26 Aralık 2011 Pazartesi

Mizaç mı? Kişilik mi?

Bu iki kavram çoğunlukla karıştırılır. Aynı mı yoksa, faklı anlamlar mı taşırlar. Çoğu zaman bu iki kelimeyi birbiri yerine kullanırız.Mizaç kişinin doğuştan sahip olduğu bazı özelliklerdir. Her canlı genetik bir kod ile doğar ancak bu kod temeli belirler. Farklı şartlarda faklı değişimler gösterecektir.Bu anlamda, mizaç tohuma benzetilebilir. Tohum toprağa düşmeden bir şey... ifade etmez. Ancak toprağa düştükten sonra da, toprağın özelliklerine göre şekil alacaktır. Her tohum her toprakta yetişmeyebilir yada istenilen sonucu vermeyebilir. Toprak insanın doğduktan sonra etkileşim halinde olduğu çevresidir. Bu çevrede bir başka etkileyici değişen iklimdir. Sonuçta, tohum ekildiği toprakta çevreden de etkilenerek bir bitki haline gelecektir, ki işte bu bitki kişiliktir.

EV PERSONELİ DE DENEME SÜRECİNDEN GEÇEBİLİR...

Evpersoneli için deneme çalışması yapılabilir. Ancak deneme demek kişileri karşılıksız çalıştırmak anlamına gelmez. İşini bilen, iyi ev personelleri ile çalışmak istiyorsak önce biz personel çalıştırmanın şartlarına uymalıyız. Profesyonel işyerlerinde deneme sürecindeki personel işten çıkarılma kararı ile karşılaştığında çalıştığı gün ücretini almadan işten çıkarılır mı sizce? Maalesef bazı egitim seviyesi yüksek aileler ev personelini çalıştırdıktan sonra bütün gün ev işi yapmış kişiye 3 gün sonra ben senin işini beğenmedim diyerek hiçbir ödeme yapmadan işine son verebiliyor. Özellikle eğitimli kişilerin çevresine örnek olması gerektiğini hatırlatarak ev personeli çalıştıran ailelerileri personel çalıştırmanın hassas noktaları konusunda dikkatli olmaya davet ediyoruz.

ÇOCUK GELİŞİMİNDE DURUMSALLIK YAKLAŞIMI

Kurallar, çocuklarımız için standart ve herkesin uyguladığı gibi olmamalıdır. Artık kurumsal şirketlerde bile yönetim, durumsal bir yaklaşım ile ele alınmaktadır. Yani kesin, değişmez, herkese aynı şekilde uygulanan bir yönetim şekli yerine, kişiye, yere, zamana, duruma göre değişkenlikler gösteren bir yönetim ancak başarılı olabilmektedir.Kurumsal alanlarda bile uygulanmaya çalışılan durumsallık, çocuklarımız için çok daha önemlidir. Çocuklar tek tip ve standart bazı tanımlamalara uymazlar. Özgün ve farklı doğarlar. Taki, hayat onları standartlaştırana kadar. O zaman bu özgünlüğü korumak adına her okuduğumuzun yada arkadaşımızın çocuğunun yaptıklarını kendimize örnek alarak çocuk büyütme yöntemi benimsememeliyiz.Kuralları bile çocuğumuzun ihtiyaçlarına ve yapısına uygun belirlemeliyiz.O zaman ikna olmak da, ikna etmek de daha kolay ve hasarsız olacaktır.

23 Aralık 2011 Cuma

Çocuklarımız o kadar kırılgan değiller…

Çalışan anneler, büyük bir suçluluk duygusu içinde çocuklarının herşeyden olumsuz etkilendiğine inanarak, çalışmalarının dışındaki tüm şartları kendinlerince mükemmel hale getirmeye çalışıyorlar. Halbuki mükemmel şartlar hayatın kendisinde bile yoktur. Son yıllarda, motivasyonun temeli, hep olumlu konuşmaya bağlandı. Peki çocuğumuz hayatı boyunca olumsuz ...tepkiler hiç almayacak mı? Bu denli, tüm engelleri çocuğumuzun önünden çekmeye çalışarak onlara iyilik mi yapıyoruz? Aksine engellerin varlığını göstererek , nasıl aşması gerektiği konusunda destek versek daha doğru olmaz mı? İletişimin temellerinde ‘Ne dediğinizden çok Nasıl dedidiniz’ önemlidir. Örneğin, çocuğumuza geliştirmesine destek vermek istediğimiz noktalarda, önce olumlu yaptıkları örnekleri söyleyerek, sonra geliştirmesi gereken konuları dile getirebiliriz. Bu dönemde özellikle çocuğumuzu kimseyle, hatta kendi kardeşi ile bile, kıyaslamamak önemlidir. Her birey kendi başına bir bütündür ve bir başkasının benzeri olmak zorunda da değildir. İlginçtir ki, genellikle çok başarılı bireyler hayatın zorluklarını fazlası ile yaşamış kişilerden çıkmaktadır. Bu demek değildir ki, çocuğumuzun hayatını zorlaştıralım. En azından karşılaşacağı zorlukları yok etmeye çalışmayalım.

22 Aralık 2011 Perşembe

ÖNCE SEVGİNİZİ GÖSTERİN...

Çocuklarımıza vereceğimiz en büyük hediye ilgi, sevgi ve O'nun için ayırdığımız zamanımızdır. Çocuğumuza birçok şeyi şartlı verebiliriz ancak sevgimiz, kayıtsız ve şartsız olmalıdır.

ÖNCE DİNLEYİN ....

Çocuğunuzun anlattıklarını onu yargılamadan ve konunun sonunu bilseniz bile sabırla dinleyin. Hızlı yaşamımızın bize kazandırdığı sabırsızlığımızı çocuğumuza yansıtırsak, bir süre sonra bize anlatmayan ve bizi dinlemeyen bir çocuğumuz olabilir. İletişimin temelinde iyi bir dinleyici olmak vardır...

GİRİŞİMCİ BİREYLER YETİŞTİREBİLİYOR MUYUZ?

Girişimci kişilerin varlığı toplumların kültürel genetik aktarımı olarak da kabul edilebilir. Nasıl ki, fiziksel ve kişiliksel özelliklerimiz ailemizden bize genetik yollarla aktarılıyorsa, toplum içindeki davranış şekillerimiz de yaşadığımız toplumun bize mirası, bir anlamda kültürel aktarımıdır.Akademik literatüre göre toplumların kültürel özelliklerin...den biri de BİREYCİ veya TOPLUMCU olmaktır. Bireyci toplumlarda çocuklar küçük yaşlardan beri kendi işlerini kendileri yaparlar, kişilerin bireysel çıkarları ön plandadır, genel harcamalı, kültürel faaliyetlere yada eğitime dayalıdır, 'ben' kavramı ön plandadır, firma içinde bile bireylerin ön plana çıkarılması, taktir edilmesi tercih edilen bir motivasyon yöntemidir. Daha çok batı toplumları, bireyci toplum olma özelliği taşır. Örneğin, batı ülkelerinde bir firmada ayın satış elemanı olmak ve anons edilmek tercih edilen bir davranış iken toplumcu bir ortamda ayırt edilmek, grup üyelerinden ayrıştırılarak örnek gösterilmek utanç verici olabilir.Toplumcu kültüre göre çocuk yetiştirme daha korumacı bir yapıdadır. Çocuk yetişkin bile olsa aile her zaman arkasındadır, destekleyicidir. Çalışanlar ucun dönemli istihdam ve iş garantisi beklentisindedirler. Genel harcamalar ev almak, yatırım yapmak üzerinedir. Bu toplumlarda en belirleyici faktör 'ANNE'dir. Biz Türk toplumu, aslında bu 2 karakteristik yapıyı gösteriyor olsak da, nüfus fazlalığı olarak toplumcu yapıya yakınızdır. Dolayısı ile çocuklarımızı çok korumacı ve bağlılık ihtiyacı yüksek yetiştiririz. Bu yapıdaki çocuklar çoğunlukla bir zincirin halkası olmayı tercih ederler. Girişimci kişiliği olanlar, bireyci ve ben kavramı daha yüksek olan bireylerdir. Risk almaya eğilimli ve yaratıcı özellikleri yüksektir. Acaba biz çocuklarımızı hangi yapıya daha uygun olarak yetiştiriyoruz. Bireyci veya toplumcu özelliklere sahip olmak birbirine göre daha iyi, yada daha doğru gibi bir sınıflandırılamaz. Çünkü en doğrusu yada en iyisi gibi bir karşılaştırma yapmak doğru değildir. Durumsal yaklaşımlarda bu konu detaylı olarak açıklanmıştır. Önemli olan duruma göre uygunluktur. Bireyin nasıl bir iş ortamında, ne iş yaptığına bağlı olarak bireyci yada toplumcu olması avantaj yada dez avantaj olabilir. Aslıhan Erdoğu

EĞİTİM, SALDIRGANLIK EĞİLİMİNİ AZALTIR...

Beynin dış yüzeyine 'Korteks' adı verilir. Yapılan araştırmalara göre bu bölgenin insandaki saldırgan eğilimleri engelleme görevi vardır. Beyin kabuğu diyebileceğimiz korteksin entellektüel faaliyet içinde bulunan bireylerde daha fazla geliştiği görülür. Bu nedenle de yüksek eğitim görmüş kişilerde saldırgan davranışlar azalır. Freud'a göre doğuştan gelen... 2 temel eğilim; saldırganlık ve cinselliktir. Bu iki eğilim de zaman içinde alınan eğitim ve çevre koşulları sayesinde şekillenir, bazen de bilinç altına atılır.Bu durum anne babalara, öğretmenlere ve çocuğun sosyalleşmesinde görev alan bireylere çok önemli bir görev yükler. Doğru eğitim, bireylerin davranışlarını şekillendirir ve ilerideki iletişim yeteneklerinin de doğru gelişmesini sağlar.

İLK 4 AY DUYGUSAL GELİŞİMDE ÖNEMLİ....

Bebeklerin ilk 4 ayı normal otistik dönem olarak kabul edilir. Bu dönemde yeterince ilgi ve sevgi alamayan, sürekli televizyon karşısında bırakılan bebeklerde tek taraflı iletişim bebeğin gelişimini negatif etkiler. Bu tip durumlarda kalıcı otistik davranışların oluşması bir ihtimal olabilir. Böyle bir dönem yaşayan çocuk, ileride sosyal iletişimde yetersiz, içe dönük, hırçın, saldırgan olabilir. Başka çocukların oyunlarına katılmakta yetersiz kalabilir.

EĞİTİM, HERYERDE EĞİTİM...

Sahildeki deniz yıldızlarını hatırlayın... 'Herkes sadece 1 tane denizyıldızını kurtarsa, belkide hiçbir denizyıldızı kumsalda denize erişemediği için ölmeyecek. Evinizde çalışan personele de sadece işini yapsın yeter, diye düşünmeden yaşam, çevre, kişisel gelişim, özbakım ve daha birçok konu ile ilgili aktarımlarınız ufak dokunuşlar ile büyük değişimlere öncülük edebilirsiniz.

7 Ekim 2011 Cuma

GİRİŞİMCİ BİREYLER YETİŞTİREBİLİYOR MUYUZ?

Girişimci kişilerin varlığı toplumların kültürel genetik aktarımı olarak da kabul edilebilir. Nasıl ki, fiziksel ve kişiliksel özelliklerimiz ailemizden bize genetik yollarla aktarılıyorsa, toplum içindeki davranış şekillerimiz de yaşadığımız toplumun bize mirası, bir anlamda kültürel aktarımıdır.


Akademik literatüre göre toplumların kültürel özelliklerinden biri de BİREYCİ veya TOPLUMCU olmaktır.


Bireyci toplumlarda çocuklar küçük yaşlardan beri kendi işlerini kendileri yaparlar, kişilerin bireysel çıkarları ön plandadır, genel harcamalı, kültürel faaliyetlere yada eğitime dayalıdır, 'ben' kavramı ön plandadır, firma içinde bile bireylerin ön plana çıkarılması, taktir edilmesi tercih edilen bir motivasyon yöntemidir. Daha çok batı toplumları, bireyci toplum olma özelliği taşır.

Örneğin, batı ülkelerinde bir firmada ayın satış elemanı olmak ve anons edilmek tercih edilen bir davranış iken toplumcu bir ortamda ayırt edilmek, grup üyelerinden ayrıştırılarak örnek gösterilmek utanç verici olabilir.


Toplumcu kültüre göre çocuk yetiştirme daha korumacı bir yapıdadır. Çocuk yetişkin bile olsa aile her zaman arkasındadır, destekleyicidir. Çalışanlar ucun dönemli istihdam ve iş garantisi beklentisindedirler. Genel harcamalar ev almak, yatırım yapmak üzerinedir.


Bu toplumlarda en belirleyici faktör 'ANNE'dir.


Biz Türk toplumu, aslında bu 2 karakteristik yapıyı gösteriyor olsak da, nüfus fazlalığı olarak toplumcu yapıya yakınızdır. Dolayısı ile çocuklarımızı çok korumacı ve bağlılık ihtiyacı yüksek yetiştiririz. Bu yapıdaki çocuklar çoğunlukla bir zincirin halkası olmayı tercih ederler.


Girişimci kişiliği olanlar, bireyci ve ben kavramı daha yüksek olan bireylerdir. Risk almaya eğilimli ve yaratıcı özellikleri yüksektir.


Acaba biz çocuklarımızı hangi yapıya daha uygun olarak yetiştiriyoruz. Bireyci veya toplumcu özelliklere sahip olmak birbirine göre daha iyi, yada daha doğru gibi bir sınıflandırılamaz. Çünkü en doğrusu yada en iyisi gibi bir karşılaştırma yapmak doğru değildir. Durumsal yaklaşımlarda bu konu detaylı olarak açıklanmıştır. Önemli olan duruma göre uygunluktur. Bireyin nasıl bir iş ortamında, ne iş yaptığına bağlı olarak bireyci yada toplumcu olması avantaj yada dez avantaj olabilir.


Aslıhan Erdoğu

30 Eylül 2011 Cuma

EĞİTİM, SALDIRGANLIK EĞİLİMİNİ AZALTIR.

Beynin dış yüzeyine 'Korteks' adı verilir. Yapılan araştırmalara göre bu bölgenin insandaki saldırgan eğilimleri engelleme görevi vardır. Beyin kabuğu diyebileceğimiz korteksin entellektüel faaliyet içinde bulunan bireylerde daha fazla geliştiği görülür. Bu nedenle de yüksek eğitim görmüş kişilerde saldırgan davranışlar azalır.

Freud'a göre doğuştan gelen 2 temel eğilim; saldırganlık ve cinselliktir. Bu iki eğilim de zaman içinde alınan eğitim ve çevre koşulları sayesinde şekillenir, bazen de bilinç altına atılır.
Bu durum anne babalara, öğretmenlere ve çocuğun sosyalleşmesinde görev alan bireylere çok önemli bir görev yükler.

Doğru eğitim, bireylerin davranışlarını şekillendirir ve ilerideki iletişim yeteneklerinin de doğru gelişmesini sağlar.

22 Eylül 2011 Perşembe

İLK 4 AY DUYGUSAL GELİŞİMDE ÖNEMLİ....

Bebeklerin ilk 4 ayı normal otistik dönem olarak kabul edilir. Bu dönemde yeterince ilgi ve sevgi alamayan, sürekli televizyon karşısında bırakılan bebeklerde tek taraflı iletişim bebeğin gelişimini negatif etkiler. Bu tip durumlarda kalıcı otistik davranışların oluşması bir ihtimal olabilir. Böyle bir dönem yaşayan çocuk, ileride sosyal iletişimde yetersiz, içe dönük, hırçın, saldırgan olabilir. Başka çocukların oyunlarına katılmakta yetersiz kalabilir.

20 Eylül 2011 Salı

EĞİTİM, HERYERDE EĞİTİM...

Sahildeki deniz yıldızlarını hatırlayın... 'Herkes sadece 1 tane denizyıldızını kurtarsa, belkide hiçbir denizyıldızı kumsalda denize erişemediği için ölmeyecek.
Evinizde çalışan personele de sadece işini yapsın yeter, diye düşünmeden yaşam, çevre, kişisel gelişim, özbakım ve daha birçok konu ile ilgili aktarımlarınız ufak dokunuşlar ile büyük değişimlere öncülük edebilirsiniz.

15 Eylül 2011 Perşembe

İŞİ BİTİNCE TEKNENİN ETRAFINDA YÜZDÜRÜRÜM ...

Siz çalışanınıza nasıl bakıyorsunuz? Nasıl davranıyorsunuz ? Hiç düşündünüz mü?


İş görüşmesinde, iş başvurusu yapan kişiyi detaylı inceleriz, işe uygunluk ve yeterlilik testlerinden geçiririz. Neticede bir iş tanımı ile personeli işe başlatırız. İş tanımının açık olması ve bu iş tanımını 1 kişi tarafından yapılabilir olması çok önemlidir. İşveren, şahıs yada firma olarak, personele iş imkanı sağlar ve işveren de personelin emeğinden faydalanır. Bu sırada karşılıklı iyi niyet, açıklık ve denetim çok önemlidir. Ancak sınırları da çok fazla zorlamamak gerekir...

İşe aldığınız eleman ne düzeyde iş yapıyor olursa olsun, işin bir tanımı, yapılma zamanı ve ölçüm kriterleri olmalıdır. İşini iyi yapmış bir kişiye, işi erken bitmiş ise ek sorumluluklar verebilirsiniz ancak bu dönemde de mantık çerçevesinde kalmalısınız. Çok çalıştırıldığı ve veya kötü yönetildiği için motivasyonu kaybeden ve sonunda verimsiz olan çok çalışan vardır. Örnekleri her zaman kurumsal firmalarda aramayın. Çoğu zaman kurumsal firmalarda iş tanımı ve çalışma zamanları çok daha belirgin ve tanımlanmış olduğundan yöneticilerin kişisel kararlarına gerek kalmayabilir. Ancak küçük işletmelerde ve evde çalıştırılan personelde durum çok farklı boyutlara gelebiliyor.

İyi eğitim almış ve kurumsal bir firmada çalışan bir yöneticinin tatil sırasında sarfettiği bir sözü örnek vermek isterim. Bazen günlük hayatımızdaki davranış şekillerimiz kurumsal iş hayatımıza da yansır ve aslında bizim karakter yapımızın aynasıdır.

Bir haftalık tekne turu sırasında, kaptan ve miço canla başla çalışmaktadır ve görevlerini de zamanında ve eksiksiz yapmaktadırlar. Ancak bir misafiri, miçonun yemek servisini ve temizliğini yaptıktan sonra kalan zamanı rahatsız eder. İşi biten miçonun oturmasından rahatsız olan misafir durumu şöyle ifade eder.

'Sinir oluyorum miçoya, neden oturuyor ki şimdi, ben olsam, işi bitince kalan zamanında onu teknenin etrafında yüzdürürdüm.' diye duygularını ifade eder.

Nedense bazılarımız, çalıştırdığımız yada zamanını satın aldığımızı düşündüğümüz kişilerin zamanlarını ve emeklerini sınırsız kullanmak isteriz. Ve yapılan işin yeterliliğine bakmak yerine kişinin durmaksızın çalışmasını isteriz.

Bu şekilde düşünen ve evlerinde çalıştırdıkları temizlik personelinin boş zamanına tahammül edemedikleri için diğer aile fertlerinin de evlerinde çalışmaya götüren hayatımızın içinden çok fazla insan olduğunu sakın unutmayın...

Tam tersini düşünerek bize çalıştırdığı personel için şöyle sözler kullanan aileler de var. 'Hayat uzun bir maraton, yarınların ne getireceğini kimse bilemez. Bazı insalara şans verilmiş, bazılarına verilmemiş yada bazıları verilen şanslarını iyi değerlendirememiş olabilirler. Ama herkes insan olarak eşittir ve çalışanlarınıza da yaşam hakkı tanımalısınız. ' diyerek gerek özel hayatındaki gerekse profosyonel yaşamındaki duruşunu ifade etmiştir.

Şimdi, bir dakida durup, düşünelim ve biz etrafımızdaki insanlara nasıl davranıyoruz özeleştiri yaparak değerlendirelim . Kendisini karşısındaki kişinin yerine koymaya çalışarak davranış şekillerini düzenleyen kişiler, hem profosyonel hayatlarında hem de özel yaşantılarında daha sadık ve iyi niyetli insanlarla birlikte olmayı başarabilirler...


13 Eylül 2011 Salı

'HATALI ALGILAMA' EĞİLİMİ BAŞARILI ÇALIŞANLARI KAYBETMEMİZE SEBEP OLABİLİR...

İnsan davranışları iş hayatındaki performası önemli ölçüde etkilemektedir. Dolayısı ile hem profosyonel iş hayatımızda hem de evimizde çalıştırdığımız çalışanlarımızda insan davranışlarını doğru algılama yöntemlerimizi geliştirmemiz gerekir.

Yapılan araştırmalara göre insanlarda hatalı algılama eğilimi oldukça yüksek oranlarda seyretmektedir.(Baron 1983) Hatalı algılama kalıplaştırma, hale etkisi, oyuncu-seyirci etkisi ve kendine yontma şeklinde sınıflandırılabilir.

Kalıplaştırma daha çok önyargılarımızdan oluşur. Özel hayatımızda da iş yaşantımızda da aslında sıklıkla akrşılaştığımız bir durumdur. Örneğin' İngilizler gelenekçidir, Almanlar çalışkandır' diye bir genelleme yaparız ancak bu durum her İngiliz yada her Alman için geçerli değildir.

Kalıplaştırma gerçek verilere dayanmadan bir takım şeylerin gerçek olarak kabul edilmesidir.

Hale Etkisi kalıplaştırmaya benzer ancak tek bir vasıftan genel bir kanıya varılmasına sebep olur. 'Insanın adı çıkacağına canı çıksın' diye bir söz vardır. Yaptığınız hatalı yada yanlış algılanan bir özelliğiniz yüzünden sizin hakkınızda genel bir negatif kanı oluşabilir ve bu fikri silmeniz bazen yıllarınızı alır, yada hiç silemezsiniz. Bu tip negatif etkileri azaltmak adına bazı ufak tefek düzeltebileceğiniz konularda dikkatli olmanızı tavsiye ederim. Örneğin, giyiminize, kişisel temizliğinize, konuşmanıza, çalışma saatlerine uyumunuza dikkat edebilirsiniz. Çünkü bu konularda dikkatsiz davranmanız sizin genel çalışma performansınız iyi bile olsa hakkınızda olumsuz bir düşünce oluşturacaktır. Örneğin iş görüşmelerinde hale etkisi çok fazla etkili olmaktadır. İyi giyimli, güzel konuşan bir kişinin işe kabul edilme ihtimali oldukça yükselmektedir.

Oyuncu-Seyirci etkisinde ise insanlar başkalarının davranışlarını gözlemlerken seyirci rolündedir ancak kendi davranışlarını ortaya koyarken oyuncudur. Yolda ayağı kayıp düşen biri hakkında biz kesin 'dikkatsizdir' deriz, halbuki kendisi 'yol bozuktu' diye yorumlayacaktır. Sabah işe geç kalan çalışanımız hakkında hemen uyanamamıştır diye düşünüzür halbuki yolda oluşan bir kaza yüzünden de geç kalmış olabilir. Birgün 9 yaşındaki oğlu annesine: 'anne ben bir bardak kırınca 'çok dikkatsizsin', babam kırınca, 'bu bardağın burada işi ne?' diyorsun , ama kendin kırınca ' nazar var, nazar' diyorsun. der. Anne güler, çocuk haklıdır...

Kendine yontma eğilimi olan kişiler de başarıyı kendine, başarısızlığı ise başkalarına bağlarlar.

Biz çalışanlarımızı gözlemlerken iş performanslarını tarafsız gözlerle görmeye çalışmalı, geliştirmeye açık kısımlarını desteklemeli ancak önyargılı olmamalıyız.

Aslıhan Erdoğu


12 Eylül 2011 Pazartesi

1 GÜN İÇİNDE BİR YABANCI İLE AİLE OLUYORSUNUZ...

Önce yıllarca eğitim alırız, sonra hayırlısı ile evlenir ve bir aile kurarız. Sıradaki sorumluluğumuz da çocuk sahibi olmaktır. Tam kariyerimizin ortasında çocuk sahibi oluruz. Öylesine büyük bir duygu ile tanışırız ki, bir anda daha önce hiç sevmediğimiz kadar çok seveceğimiz, daha önce hiç hissetmediğimiz kadar bağlılık hissedeceğimiz biri hayatımıza giriverir. Çocuğumuz...

Duygularımız o kadar yoğundur ki, ilk önce tüm diğer sorumluluklarımızı unutuveririz. Ancak bu sınırsız özgürlük 4 ay sürer... İşimizin bizi beklediğini hatırlarız çaresiz. Bir an işten vazgeçmek bile gelir aklımıza, peki onca yıllık eğitim, emek, fedakarlık... Neticede kariyerimize devam etme kararı ağır basar. Arkasında birçok sebeple...

Bazen kişisel kariyer beklentilerimiz, bazen ailemizin yönlendirmesi, bazen finansal ihtiyaçlarımız, bazen de çocuğumuzun 'çalışan anneyi tercih edeceğini' düşünmemiz... Sonunda önümüze karar anı gelir ve arkamızdaki gizli kadın kahramanı aramaya başlarız. Bu kahraman ya annemiz olur yada yeni bir aile ferdi, bakıcı anne yada bakıcı ablalarımız...

Çoğu zaman 'yatılı' adı altında 1 gün içinde bir yabancı ile aile oluveririz.

O güne kadar farklı hayat şartlarında, farklı eğitim almış farklı sosyo-ekonomik ortamlarda yetişmiş biri ile aile oluruz. Bu durum işinizde eleman yönetmekten çok daha da zor bir durumdur.

Karşınızdaki kişinin 24 saatini yönetmeniz gerekir. Motivasyon ve sosyal- psikolojik iletişim daha fazla önem kazanır.

Küçük bir öneri ancak: karşınızdaki kişiye çocuğunuzu emanet edebilecek kadar güvenmiyorsanız, o zaman çocuğunuzu emanet etmemelisiniz. Eğer bu derece güveniyorsanız da o zaman o kişiye değer vermelisiniz. Bazı tolere edilebilir durumlardaki farklılıkları sorun haline getirmeden düzenlemeye çalışmalısınız.

Örnek mi dersiniz?

1-Eğer siz mercimek çorbasını soğansız pişiriyorsanız, ancak evinizdeki çalışanınız soğanlı pişirmeye devam ediyorsa, bu konuyu çözülemez bir sorun haline getirmektense ya kibarca tarifinizi hatırlatmalısınız yada bundan sonra soğanlı mercimek çorbası yemeye alışmalısınız. Bu arada yıllarca birikmiş alışkanlıklar kısa sürede değişmeyebilir. Yani mercimek çorbası siz uyarsanız da bir süre soğanlı pişmeye devam edebilir.

2-Eğer siz hijyenik sebeplerden ötürü, mutfak tezgahına sebzeleri tabaksız koymuyorsanız ancak evinizdeki diğer bayan bu konuda sizin kadar titiz davranamıyorsa, bu durum da bir yaşayış farklılığıdır. Bugüne kadar kendi evinde nasıl davranmış ise, o şekilde davranmaya devam edecektir.

Bu farklılıklar önemli ve sizin için vazgeçilmez bir gereklilik değil ise, güvendiğiniz kişiyi kazanmaya çalışmalısınız.


Bazı evlilikler vardır, birbirini seven 2 kişi aynı evin içine girince, yaşayış farklılıkları yüzünden ayrılabilir bile... Diş macununu dipten mi? yoksa ortadan mı? sıkmış olmak çözülemez bir ailevi sorun haline gelebilir.

Bu sebeple sizin için vazgeçilmez konuları iyi belirlemelisiniz ve evinizi paylaştığınız ve hatta çocuğunuzu emanet ettiğiniz kişinin iç motivasyonunu sağlamalı ve mutlu olduğundan emin olmalısınız ki, çocuğunuza da sevgi ile bakılma ortamı oluşabilsin.







9 Eylül 2011 Cuma

KÜÇÜK MİSAFİRLERİMİZ...

Ofisimize gelen küçük misafirlerimiz, o günümüzün harika geçmesinin en büyük sebebi... Bazen minicik elleri ile hayatımızın enerjisi, bazen aksesuar bisikletimizi kullanmaya çalışırken yüzümüzün gülümsemesi ... Hayatımızın neşesi, çalışmamızın sebebi çocuklarımız... İyi ki varsınız...






ÇALIŞAN ANNELERİN ARKASINDA YİNE BAŞKA BİR KADIN VAR...

Profosyonel iş hayatında çoğu zaman dile gelen ve birçok ortamda da onaylanan bir iddia vardır ki, çalışan kadınların en büyük rakipleri hemcinsleridir. Bu durum da iş hayatında güvensizliklere ve bazı durumlarda iş kadınlarının, erkek yöneticiler ile çalışma isteğini desteklemektedir. Bu sözüm bir genelleme, tabiki her ortam için geçerli değildir. Kişisel görüş ve gözlemlere dayanır.

Ancak bazı durumlar vardır ki, iş tam tersine döner... Kadın 'anne' olduktan sonra bir anda başka bir kadın, çalışan annenin kariyerinin devamının en büyük destekçisi oluverir.

Bazen annelerimiz, emeklilik hayallerini bir kenara bırakır ve yerini yurdunu bırakıp, torununa bakabilmek için yeni bir mücadelenin içine giriverir. Biz Türk aile kültürünün en büyük göstergesidir aslında bu yardımlaşma... En zor durumlarda bir anda bir araya gelir ve birbirimize yardımcı oluruz.

Bazen de büyük aile imkanları olmayan, çalışan annelerin yardımına, başka bir kadın 'bakıcı anne' adı ile destek verir. Bu durum karşılıklı kazanç-kazanç dengesine geldiğinde işler yolundadır. Bakıcı annenin de ailesi vardır, 'O' da çocuk okutmaktadır. Biz de onların hayatının destekçisi oluruz bir anda.

'Kariyer de yaparım, Çocuk da 'derken' bizi ve ailemizi destekleyenlerin değerini bilelim.

Aslıhan Gönülal Erdoğu

7 Eylül 2011 Çarşamba

NE SÖYLEDİĞİNİZ Mİ, NASIL SÖYLEDİĞİNİZ Mİ ?

İletişim, hayatımızın her aşamasında bizimle olan ve bazen hayatımızı kolaylaştıran bazen de zorlaştıran bir becerimizdir.


Becerimizdir, çünkü bu konuda doğuştan bazı yeteneklere sahip insanlar da vardır, ancak siz öyle değilseniz bile iletişim becerinizi geliştirebilirsiniz.


İş hayatınızda, aileniz yada arkadaşlarınızla olan ilişkinizde, çocuğunuz ile olan sağlıklı diyoloğunuzda iletişim yöntemleriniz büyük önem taşır.


Bazen çevremizde şöyle sözlere rastlarız.


'Neden beni anlamıyorlar?' 'Yine yanlış anlaşıldım.' gibi...




İletişim nedir bir bakarsak...
Bilginin, fikirlerin, duyguların, becerilerin, simgeler kullanılarak iletilmesidir.
Konuşmamız, Susmamız, Oturma biçimimiz, Bakışlarımız, Yazmamız, Jest ve Mimiklerimiz
Amacımız : anlaşılabilir mesajlar iletebilmektir.




“Sen ne kadar bilirsen bil, senin bildiğin başkasının anladığı kadardır.”



25 Ağustos 2011 Perşembe

EMANET ETTİĞİNİZ ÇOCUĞUNUZ İSE, DAHA İYİ BİR YÖNETİCİ OLMANIZ GEREKİR…

İşimizde ve kişisel ilişkilerimizde çoğu zaman doğru veya yanlış, eksik yada tam bazı yöneticilik özelliklerimizi kullanırız. Aslında yönetim becerisi hayatımızın her aşamasında vardır, olmalıdır ve gereklidir. Bazılarımız, yönetim konusunda akademik bir eğitim almadıysak bile, içten gelen yeteneklerimiz gelişerek ön plana çıkabilir ve bu işi doğruya yakın yapabiliriz. Ancak yönetim becerileri öğrenilebilir ve geliştirilebilir özelliklerdir.
En sevdiğiniz varlığınız çocuğunuzu emanet ettiğiniz kişiyi iyi yönetebilmek ve evinizde sağlıklı bir çalışma ortamı sağlamak çocuğumuzun gelişiminde büyük önem taşır.
Bazı ufak ip uçları;
1- Evinizde çalıştırdığınız kişilerin kişisel özelliklerini ve ailevi durumunu tanıyın.
2- Çalışanınızın anlayabileceği bir dille, yapması gereken işleri, beklentilerinizi, sizin için önem sırası ile birlikte anlatın ve karşınızdakinin bunları anladığına emin olun.
3- Gerekirse hedefleri yazılı hale getirin.
4- Unutmayın ki, planlanmayan hiçbirşey ölçülemez. Yazılı olmayan konuları takip etmek zordur.
5- Gerekli çalışma şartlarını oluşturduğunuzdan emin olun.
6- Çalışan kişinin duyguları olduğunu unutmayın. Motivasyon amaçlı çalışmalar yapın. Bu çalışmalar bazı hedeflere bağlı hediyeler, tebrikler olabilir.
7- Periyodik takip toplantısı yada kısa görüşmeler yapın. Bunu düzenli hale getirin. Sadece sorun oluştuğu zaman değerlendirme yapmayın.
8- Beklentinizden sapmalar varsa, bu durumu uygun bir dille belirtin ve beklentiniz ile oluşan durum arasındaki farkı anlatın. Beklenilen duruma nasıl ulaşılabilir konusunda çalışanınızın önerilerini sorun, siz de gerekirse önerilerde bulunun.
9- Konuşmalarını yada uyarılarınız sırasında kişisel hakaret yada sorun oluşturabilecek ses tonu yada cümleler kullanmamaya dikkat edin.
10- Denetim ve kontrolü ihmal etmeyin. Kişiler konuşmalarında çok güven verici de olsa kişilerin psikolojik durumları değişkendir, olaylar sırasındaki davranış şekilleri farklı olabilir.

Çocuk bakımı tamamen ‘outsource’ (dışarıdan kaynak kullanımı) edilemez. Yardım alsanız da, görevi birine devretseniz de unutmayın ki, tek sorumlu sizsiniz. UNUTMAYINIZ Kİ, EMANET ETTİĞİNİZ İŞİNİZ DEĞİL, ÇOCUĞUNUZ…


Aslıhan Erdoğu

24 Ağustos 2011 Çarşamba

GELECEKTEKİ BAŞARI İÇİN ... ÇOCUĞUNUZUN İLETİŞİM YETENEKLERİNİ GELİŞTİRİN...

Günümüz dünyası iletişim ağlarından oluşmakta. Hızla gelişen teknoloji yeni nesil çocukları daha fazla sanal dünyadaki iletişime itiyor ancak unutmamak gerekir ki, kişisel ve iş hayatındaki başarının büyük bir kısmı iletişim becerilerinden geçmekte.


İstek ve ihtiyaçlarını belirtemeyen, kendini ifade edemeyen bir çocuk büyüdüğünde de gerek kişisel ilişkilerinde gerekse iş ilişkilerinde sıkıntı çekecektir.


Bazı çocuklar doğuştan dışa dönük olur ve zaten iletişime açıktır. Ancak o çocukların bile yöntem ve tarzları öğrenmesi gerekir. Birçok çocuk iletişim konusunu etrafında rol model aldığı kişilerden doğru yanlış öğrenir ancak bu konu belki de ilerideki hayatında en fazla işine yarayabilecek bir yetenek olacaktır.


Günümüzde iş hayatında birçok çalışana 'İletişim Teknikleri' seminer ve dersleri aldırılmaktadır. Halbuki bu işi çok erken çözebilirsiniz...


İletişim Nedir? Ne dediğiniz mi önemlidir yoksa nasıl söylediğiniz mi?



EvdeÇocukVar Danışmanlık 'İletişim Teknikleri' konusuda ailelere destek olmaktadır.




Aslıhan Erdoğu

23 Ağustos 2011 Salı

BİR KİŞİ HAKKINDA KİŞİSEL GARANTİ VEREN VARSA... Birkez daha düşünün...

Çalışan anneler, çocuklarımıza bakacak, okul dönüşü onları karşılayacak kişileri, evimizin temizliğini-ütümüzü yapacak, yemeğimizi pişirecek kişileri ararken hep endişe içindeyiz. Çevremize soruyoruz... Ailemizden yardım istiyoruz... Danışmanlık firmalarını arıyoruz... Ama hep aynı endişe içimizde... Acaba gelecek kişi güvenilir mi? Evimi, çocuğumu emanet edeceğim ama başıma neler gelecek? Bir de hep kötü hikayeler dolaşıyor etrafta...




Şimdi büyük şehirlerde çalışan bir kadının durumunu tam anlayamayan biri hemen düşünebilir ki ' Zaten evin işini yapmak, yemek yapmak, ütü yapmak, çocuğuna bakmak, dersleri ile ilgilenmek bir annenin görevi değil mi? Çalışacam diye inat edip, bir de bu işleri yaptıracak başka bir kadın mı arıyor? ' Hatta bazı kadınlar kazandıkları tüm maaşı evinde çalıştırdığı kişiye veriyorlar. Ne anlaşılmaz bir durum değil mi?

www.evdecocukvar.com


Aslıhan Erdoğu



Gelişen toplum, eğitimli bireyler, ekonomiye katkı derken artık erkeğin ve kadının görevleri birbirine çok yaklaştı. Kadın da ciddi bir beyin gücü ve emek... Çocuklar bile çalışan anne profillerini istiyorlar rol model olarak kendilerine. Çalışan kadın hem eşine hem de çocuklarına bakımın dışınca çok büyük bir destek ve örnek oluyor. Üstelik çalışan kadın sayesinde mesleki eğitim almamış ev hanımlarına da yeni iş alanları oluşuyor. İstihdam imkanı artıyor bir anlamda.




Peki evimizde çalıştıracağımız kişiye nasıl güvenebiliriz derseniz? Ben sayısız kişi ile görüştüm ve görüşüyorum. Aileler kendilerini rahatlatmak için hep soruyorlar ? ' Güvenibilir biri midir? Daha önce çalıştınız mı? Garanti verebilir misiniz ? gibi...




Şimdiye kadar daha önce çalışmış bile olsak, referanslar çok iyi konuşuyor bile olsalar söylediğim bir tek cümle var... 'İnsana garanti olmaz. Gözlemlemeyi ve denetlemeyi her zaman siz yapmalısınız.' İnsan değişken ve psikolojisi olan bir canlıdır. Hangi durumda ve psikolojide olduğunu tespit etmek ve bu durumun sürekliliğini garanti etmek mümkün değildir. Düşünsenize birkez çevremizde çok tanıdığımız hatta ailemizden bireyler için bile bazen 'O'nu hiç tanıyamamışım. Hiç böyle biri değildi. Beni çok şaşırttın.' gibi cümleler sarfetmez miyiz zaman zaman. Hatta 40 yıl bir yastığa baş koymuş olmak terimi vardır kültürümüzde ama bazen 'Kırk yıllık eşimi hiç tanımamışım.' diyen kişilere rastlarız.








Lütfen unutmayınız... Size, bu kişi 100% güvenilirdir diyen biri varsa bir kez daha düşünün.




Bazen öyle düşünmek isteriz. Bu durum bizi rahatlatır, ancak çocuğumuz söz konusu olunca her zaman şüpheci ve takipçi olmakta fayda var diye düşünüyorum.








Aslıhan Erdoğu










18 Ağustos 2011 Perşembe




Tara İngiltere'de üniversite öğrencisi. Önümüzdeki sene eğitimci olarak mezun olacak. Farklı bir ülkede öğretmen olarak çalışmak istiyor. Bu arada yaz aylarında farklı kültürleri tanımak için aupair olarak seyehat etmek iyi bir fikir.
Bu yaz Kaan'ın ablası oldu. Birlikte çok iyi vakit geçirdiler. Tara Türk yemeklerini öğrendi. Tatlılarımız O'na fazla şekerli geldi.. Bazen kendi yemeklerinden pişirdi. Tüm sitede çocuklarım ablası oldu. Futbol'u çok sevdiği için çocuklarla saatlerde futbol oynadı. İlk kez saçına fön çektirdi. Türk düğünlerine gitti. Türk müziklerinde oynadı:) Çocuklarla, el işleri, aktiviteler yaptı. Biraz da Türkçe öğrendi. Hatta telefonu 'Merhaba' diye açınca kendi annesi bile sesini tanıyamadı...





Türkiye'ye babası getirdi yazı geçireceği aile ile tanıştı. Şimdi 2 aile görüşüyorlar ve sonrasında da birbirlerini ülkelerine davet ediyorlar.

http://www.evdecocukvar.com/



17 Ağustos 2011 Çarşamba

CAROLINE ANKARA'DA.... Şevval'a ablalık yapıyor..

Yaz dönemi birçok çocuklu aile için bir sorun haline gelebiliyor. Çünkü tüm yıl okula gitmiş çocuklarının artık yaz aylarında evde olmasını ve tüm özgürlüğü ile normal bir çocukluk zamanı geçirmesini istiyoruz. Sorun şu ki, çalışan aileler yazları da çalışıyor. En fazla 2 hafta izin alabilseniz bile geriye kalan 8-10 haftada çocuklarını kime emanet edeceklerini bilemiyorlar. Aile büyükleri yardımcı olmaya çalışsa da onların da bir hayatı olduğunu biliyoruz. Onlar da zamanında çalışmış, çocuklarını büyütmüş, şimdi de yazlıklarında 1-2 ay dinlenmek ve arkadaşları ile zaman geçirmek istiyorlar. Peki biz çalışan aileler....

Bu dönemi bazıları yaz okulları ile, bazıları çocukları yazlıklara gönderme yöntemi ile bazıları da Türk ve yabancı üniversite öğrencilerinden destek alarak geçirebiliyorlar.

Yabancı bir kültürü evinde yaşamak isteyen Emine hanım ve eşi bu yaz Caroline'i evlerinde misafir ettiler. Bu tecrübeden çok memnun kaldılar. Ailemiz Fransız kültürü hakkında canlı bilgi alırken, Caroline 'de Türk kültürünü tüm detayları ile öğrendi. Şevval tek çocuk, şimdi bir ablası olduğunu biliyor ve kendine daha fazla güveniyor.

www.evdecocukvar.com
Aslıhan Erdoğu

INSANLAR İŞ BEĞENMEZKEN.....

Ayşenur üniversite öğrencisi, psikoloji okuyor. İhtiyacı olan ailelere faydalı olabilmek adına sorumluluk aldı ve bir ailenin yanında Ege'ye ablalık yaptı. Tüm yaz tatilini aile ile geçirdi ve Ege ile birlikte uyudu, uyandı. Günümüz hiperaktif çocuklarını bilirseniz, henüz anne olmamış bir genç için, tüm yaşıtları yaz tatilini arkadaşları ile geçiriyorken Ayşenur'un bu dönemi çalışarak hem de 7x24 çalışarak geçirmesi örnek bir davranış. Şimdi aldığı bu sorumluluğu başarmış olmanın mutluluğunu yaşıyor. Soyak Ataşehir'de yaşayan ailemiz de Ayşenur'a çok teşekkür ediyor.
www.evdecocukvar.com

1 Ağustos 2011 Pazartesi

EGE NİN AYŞENUR ABLASI İLE ARASI ÇOK İYİ...








Ege, Ayşenur ile çok iyi anlaştı. Ayşenur psikoloji öğrencisi. Bu yaz Ege'ye ablalık yapıyor. Hem Ege'nin gelişimine katkıda bulunuyor, hem de aileye yaz döneminde yardımcı oluyor. Ailece çok da iyi vakit geçirdikleri çok belli. Ege'nin okul döneminde de Ayşenur ablasını görmek isteyeceğine eminiz...


www.evdecocukvar.com


23 Temmuz 2011 Cumartesi

22 Temmuz 2011 Kaprun'da kayak...




Temmuz ayında bazı EvdeÇocukVar üyelerimizin çocukları 12 günlük kayak kampında doğa ile içiçe olmanın, takım olmanın, arkadaşları ile aynı odayı paylaşmanın, doğa sporları yapmanın, farklı bir ülke kültürünü yaşamanın tecrübesi ile gelişiyorlar.





18 Temmuz 2011 Pazartesi

EVDEÇOCUKVAR - AVUSTURYA KAPRUN 'DA KAYAK KAMPINDA...




Çocuklarımız spor yapsınlar, kamp ve arkadaşları ile paylaşacakları ilginç tatiller her zaman hatıralarında güzel anılar ve kendilerine güven bırakacaktır.




Şimdi İstanbul'da hava 34 C ve yazın tam ortasındayız. EvdeÇocukVar üyelerinden bazı aileler ülkemizin bu sıcak günlerinde çocukları ile Avusturya Kaprun bölgesinde kayak kampında yaz ayınca kayak yapmanın ve bu muhteşem tecrübenin keyfini çıkarıyor. Özel bir kayak okulu ile gidilen bir eğitim turu, ve bu dönem için sadece 8 çocuk ile 2 hafta kayaktayız. Bu spor şehir içi sporlardan biraz farklı. Hem doğa ile iç içesiniz hem de kurallara uymanın, spor yapmanın ciddi bir iş olduğunu tüm detaylarını öğreniyorsunuz.



'Temmuz'un ortasında kar var mı?' diye sorarsanız, 'Evet var, hem de tam sizin bildiğiniz kardan'. Kaprun'da bir dağ kasabasında kalıyorsunuz ve her sabah yaklaşık 30 dk gondol seyahatinden sonra buzullara ulaşıyorsunuz. Ama buz üzerinde kaymıyorsunuz, bildiğimiz kar pistlerde kayıyorsunuz.

www.evdecocukvar.com
Aslıhan Erdoğu






7 Temmuz 2011 Perşembe

BAKICI ANNELERİMİZ, ÇALIŞTIKLARI AİLEMİZ İLE İLGİLİ TEŞEKKÜR MESAJLARI ATIYORSA...MOTİVASYON KAVRAMI GELİŞİYOR...

Eleman çalıştırmanın da bazı incelikleri vardır. Hayatta mutlu olmak ve yaptığınız yada yaptırdığınız işte maksimum performansı yakalayabilmek için, çalıştırdığınız kişi ile iletişimiminizi doğru belirlemelisiniz.






  • Baştan kuşku ve soru işaretleri ile başlanmamalı. Evinize alacağınız, çocuğunuzu, aile büyüğünüzü yada evinizi emanet edeceğiniz kişiye güveniyor olmalısınız. Aksi halde güvenemediğiniz bir kişi ile işe başlamanız sizi de çalışan kişiyi de olumsuz etkileyecektir.





  • Çalışacak kişiye sorumlulukları ve önceliklerinizi çok iyi anlatılmalısınız. Herkesin öncelikleri farklı olabilir, bu yüzden çalışma beklentinizi şansa bırakmamalısınız.






  • Çalışma ortamı yada kalma şartları çalışan kişiyi mutlu edecek düzeyde olmalı. Özellikle yatılı kalan kişilerde kendisine ait kalabileceği bir mekan olmaması kişiyi olumsuz etkileyebilmekte.






  • Maaş beklentisinde asgari müşterekte anlaşılmış olmalı. Mecbur olduğu için beklentisinin çok altında bir maaş ile işe başlayan bir çalışandan çok yüksek bir performans beklemek biraz iyimserlik olabilir.






  • Çalışan kişiden beklentileriniz, bir kişinin çalışma saatleri içinde yapabileceği yoğunlukta olmalı. Yeni doğmuş bir bebeğin sorumluluğunu alan bir bakıcı anne, aynı anda evin tüm işini, yemeğini, ütüsünü yapmaya çalışırsa mutlaka bu alanlardan birinde hata yapma oranı artacaktır.




Evdeçocukvar Danışmanlık olarak aile danışmanlığı verdiğimiz ailelerden yada çalışanlardan teşekkür mesajları bizim en büyük kazancımızdır. Hele ki, ev işlerinde çalışan bir üyemiz, bize 'Bana bulduğunuz aileden o kadar memnunum ki, size çok teşekkür etmek istiyorum. İnşallah aile de benden memnundur. Elimden geleni yapmaya çalışıyorum. ' şeklinde mesajlar atıyorsa, doğru kişileri bir araya getirmiş olmanın mutluluğu ifade edilebilir boyutu geçiyor.




Mutlu bir aile, mutlu, saygı ve sevgi görmüş bir çalışan ve bu çalışanın, kendisine saygı ile davranan aileyi daha da memnun edebilmek için verdiği çaba... Olması gereken çalışma ortamı ve büyük şirketlerde bile çoğu zaman başarılamayan MOTİVASYON kavramı böyle oluşmakta...


EvdeÇocukVar Danışmanlık


www.evdecocukvar.com

27 Haziran 2011 Pazartesi

ÇOCUKLAR OYUN OYNASINLAR ...

Şimdi yaz tatili...




Eminim ki, tüm çocuklarımıza dolu dolu verilmiş yaz tatili ödevleri var. Tabiki çocuklarımızın belli bir sistemi takip etmesi, onların gelecekleri için önemli. Ancak unutmayalım ki, daha da önemlisi duygusal, sosyal, iletişim ve psikomotor gelişimlerini tamamlayabilmeleri. Bu kocaman sözlerin arkasında basit bir yöntem yatıyor biliyor musunuz? Oyunlar... Bırakalım çocuklarımız tıpkı bizim çocukluğumuzdaki gibi oynasınlar...




Oyun yolu ile çocuklarımız kendilerini, korkularını, duygularını ifade etmeyi öğrenirler. Oyun sırasında yeteneklerini farkederler. Oyun sırasında çocuklarımız başarı ve başarısızlığı yaşar. Kurallara uymayı öğrenir, iletişim becerilerini geliştirirler. İsteklerini sözlü ve sözsüz ifade etmeyi öğrenir, diğer çocukları dinleme, taklit etme, isteklerini dile getirme çabası içinde dil gelişimleri de olumlu etkilenir. Fiziksel aktiviteler sırasında ise, kas gelişimi sağlanır.




Bırakalım, yürüsünler, koşsunlar, atlasınlar, zıplasınlar, su, kum, çakıl gibi doğal malzemelerle oynasınlar, kirlensinler...




Çocuğum oyundan geri geldiğinde, kapının önünde kıyafetlerini çıkarmak isteyecek kadar kirli gördüğümde gözlerimin içi gülüyor. Benim çocukluğumdaki gibi oynayabildiğine seviniyorum. Belli bir yaştan sonra bahçede kendi başına oynayabilmesi ve oyun saati bitince, yada çocuklar dağılınca eve gelmesi beni mutlu ediyor. Şimdi tatil, 1 yıl boyunca çok çalıştır ve yoruldular, bence özgür oyun saatlerini hakkettiler. Hep takip ve kontrol altında yetişen İstanbul çocukları için artık olması gereken standartlar bir ayrıcalık haline gelmişken...




Tüm özgür yaz çocuklarına ve annelere sevgilerle

www.evdecocukvar.com




Aslıhan Erdoğu

31 Mayıs 2011 Salı

AKRIT JASWAL 7 yaşında cerrah oldu.




AKRIT JASWAL 7 yaşında cerrah oldu. Bu Hintli çocuk, dünyanın en akıllı çocuğu olarak nitelendiriliyor… İsmi Akrit Jaswal ve ünvanını kesinlikle hakediyor. IQ’su 146 ve bir milyar nüfuslu Hindistan’daki en zeki insan olarak kabul ediliyor. 2000 yılında evinde ilk cerrahi müdahaleyi gerçekleştirince, tüm dünya onun adını duydu. Hem de sadece 7 yaşındayken...








Hastası da doktora gidecek parası olmayan sekiz yaşındaki bir kızdı. Küçük kızın eli yanmıştı ve parmaklarını birbirinden ayıramıyordu. Tıp eğitimi olmayan, hayatında hiç ameliyata girmemiş 7 yaşındaki süper çocuk, küçük kızın ellerini birbirinden ayırarak yeniden kullanabilmesini sağladı. Tüm ilgisini tıp bilimine veren dahi, 12 yaşındayken kanserin çaresini bulmaya çok yaklaştığını iddia etti. Tıp dahisi küçük çocuk şu anda Chandigarh Üniversitesi’nde okuyor ve Hindistan’ın en genç üniversite öğrencisi...

DÜNYANIN EN AKILLI ÇOCUKLARI ...CLEOPATRA STRATAN



CLEOPATRA STRATAN 3 yaşında şarkı başına 2 500 TL kazanıyor. 2002 yılında Moldova’da dünyaya gelen Cleopatra Stratan, şimdiye kadar başarılı bir albüm çıkaran en genç şarkıcı olma ünvanını taşıyor. Zira, küçük kız daha 3 yaşındayken ilk albümünü çıkardı.
Müzisyen bir ailenin çocuğu olan Cleopatra’nın rekorları bununla bitmiyor tabii. Küçük Cleopatra, aynı zamanda iki saat boyunca kalabalık seyirci kitlesine canlı konser veren en genç şarkıcı, en çok para kazanan en genç şarkıcı, MTV müzik ödülü alan en genç şarkıcı ve bir ülkenin hit şarkısını çıkaran en genç şarkıcı rekorlarına da sahip.


20 Mayıs 2011 Cuma

DÜNYANIN EN AKILLI ÇOCUKLARI ...Kearney’in “Kim 1 milyon dolar ister?” yarışması finali



Daha dört aylıkken konuşmaya başladı Altı aylıkken doktoruna “sol kulağımda bir enfeksiyon var” gibi komplike bir cümleyle meramını anlattı 10 aylıkken okuma-yazma öğrendi!!! Dört yaşındayken Amerika’nın önde gelen üniversitelerinde John Hopkins Üniversitesi’nde matematik testlerinde en yüksek skoru aldıLiseyi altı yaşında bitirdi, 10 yaşında Santa Rosa Üniversitesi’nden mezun oldu Şu anda Guiness Rekorlar Kitabında adı, “üniversiteden en küçük yaşta mezun olan kişi” olarak geçiyor.




Kearney’in “Kim 1 milyon dolar ister?” yarışması finalinde son soruda telefon hakkını kullanmak isteyip, herkesin soruyu babasına mı danışacak dediği anda, babasını arayarak “baba 1 milyon doları aldım eve geliyorum” demesi ve son soruya da doğru cevap vermesi hem yarışma sunucusunu hem de tüm dünyayı şaşırtmıştı Kearney’in yarışma başarısı ve finaldeki bu anekdotu dilden dile dolaşan bir efsaneye dönüştüİŞTE O EFSANE FİNAL…

9 Mayıs 2011 Pazartesi

ANNE DEDİ BAKMADIM, BABA DİYE SESLENDİ....:)

Geçen gün bir görüşmemizden önce bakıcı annelerimiz ile sohpet ediyordum. Hikayelerini dinlemek, bakıcı annelerimizi tanımamda çok da faydalı oluyor, sadece faydalı olsun diye değil aslında çocuklarla geçen hikayeleri dinlemek çok da keyifli oluyor bir yandan...
Bir bakıcı ablamız, kız meslek lisesi mezunu ve şu anda da Anadolu Üniversitesinde Çocuk Gelişimi eğitimi almakta. Bir dönem anaokulunda yardımcı öğretmen olarak çalışmış. Çok küçük çocuklarla ilgileniyormuş.
Birgün, ufaklıklardan biri, bakıcı ablamıza seslenmeye başlamış. 'Anne, anne... ' Bakıcı annemiz de kendisine anne diye seslemeye alışmasın diye bir süre cevap vermemiş ve öğretmenim yada abla diye seslenmesini beklerken, bizim ufaklık 'Babaaaa...' diye seslenmiş. Tabiki, bu aşamada daha fazla dayanamarak biraz da gülümseme içinde ufaklığımıza cevap vermiş, bakıcı ablamız....

4 Mayıs 2011 Çarşamba

KEŞKE ÇOCUKLARIMIN DOĞDUĞU GÜNE GERİ DÖNEBİLSEM ...

Görüşme yaptığım üyelerimin formuna bakarak konuşurken ve karşımdaki kişiyi daha yakından tanımaya çalışırken farkettim ki, detaylıca yazılmış bilgilerin yanında son 3 referansını isim soyad ve telefonları ile eklemişti Fatma hanım. O sırada gözüme çok iyi tanıdığım bir isim takıldı ki, son birkaç yıldır maalesef görüşme fırsatı bulamadığım eski bir iş arkadaşımındı son referansı. Bu sayede çok daha detaylı bir görüşme ve sohpet başladı aramızda…
Aslıhan Erdoğu (AE): Bana hayat hikayenizi anlatır mısınız? Profosyonel olarak çocuk bakmaya ne zaman ve nasıl başladınız?
EvdeÇocukVar üyemiz(FE):
Ben 41 yaşındayım. 2 oğlum var. İlk iş hayatıma bir araştırma şirketinde başladım. 3 sene orada çalıştım ve o kadar yoğun bir iş tempom vardı ki, çocuklarım da küçüktü, onlara zaman ayıramadığımı farkettim ve ayrıldım. Önce çocuklarımı büyüttüm belli bir yaştan sonra da tavsiye üzerine çocuk bakmaya başladım ve 10 senedir de çocuk bakımı yapıyorum. Bu işi çok seviyorum. Çocukları çok seviyorum.
AE: Çocuk bakımında nelere dikkat edersiniz ve çocuklarla ilgili söyleyebileceğiniz bir şeyler var mı?
FE:
Çocuklar çok hassas ve narin varlıklar benim için. Onlara çok sabırlı davranırım. Çünkü her ne yaparlarsa yapsınlar onlar çocuk diye düşünürüm. Çiçek gibiler.. Eğer para ihtiyacım olmasaydı kesin çocuk esirgeme kurumunda gönüllü çalışmak isterdim. Çocuk üzerine çok düştüğünüzde ve sinirli olduğunuzda çok daha asi olur. Aslında doğruyu söylemek gerekirse, ben şu anda baktığım bebeklere kendi çocuklarıma veremediğim ilgiyi veriyorum. Bana bir dilek dile deselerdi, çocuklarımın doğduğu zamana geri dönmek isterdim. O zaman çok gençtim ve çalışmam gerekiyordu. Sanki yeterince zaman ayıramadım gibi hissediyorum şimdi. Biraz da cahildim herhalde çocuklarımın o en tatlı zamanlarından onlara daha fazla zaman ayırmak yerine ev işi yapıyordum mesela… Şimdi çocuklarla ilgilenirken başka hiçbir şeyi gözüm görmüyor. Onları izlemek, incelemek, anlamaya çalışmak çok keyif veriyor bana.
Hassas olduğum bir konu da aile ile anlaşamadığım konular olsa bile çocuklar için sabrederim çünkü sevdikleri kişileri kaybetmeleri kendilerine olan güvenlerini sarstığını düşünüyorum.
www.evdecocukvar.com
Aslihan Erdoğu

30 Nisan 2011 Cumartesi

23 Nisan'da Nisa'nın doğum gününü üyelerimiz ile birlikte kutladık... İyi ki doğdun Nisa.





İşini yaparken, profosyonelliğine duygularını katabilen insanlar farklılıkları da yaşayabilirler...


Birçok eğitimde işiniz ile özel hayatınızı karıştırmayın gibi öneriler verilebilir, ancak ben ikisini keyifle birleştirebilen kişilerin daha mutlu olduğunu düşünürüm.
Biz de, Nisa'nın doğum gününü bir görüşme günümüzde gelen üyelerimiz ile birlikte kutladık.
Mutlu yıllar Nisa .....


www.evdecocukvar.com



SABAH ERKEN KALKAMIYORSANIZ, ÇOCUK BAKIMI İŞİNİ DÜŞÜNMEYİN...

15 yıla yakın, kurumsal bir firmada iş hayatının içinde oldum. Bu sırada da anne oldum. Önce okullar, sonra iş hayatı... Farkediyorum ki hep çalışmışım, bundan da hiç yorulmamışım. Eskilerin söylediği bir söz vardır: 'İşleyen demir paslanmaz.' diye. Bu söze yürekten inanıyorum. Hangi gün, işim olmasa ben daha çok yorluyorum. Ne zaman yoğun tempoda koşmaya başlarsam enerjim artıyor.
Şimdilerde, EvdeÇocukVar sayesinde birçok yeni kişi ile tanışmaya başladım. Bazısı ailesi, yada hayat koşulları yüzünden okuma fırsatı bulamamış, çok pişman.. Bu pişmanlığını da anlatıyor. İnsanımız aslında samimi, yada benim karşıma hep samimi olanlar çıkıyorlar. Biraz sorgulamadan dinlediğinizde tüm hayat hikayesini gözlerinizin önüne seriyorlar tüm samimiyetleri ile. Belki de bu görüşmeyi terapi gibi kabul ediyorlar. Çünkü onları karşılarında sorgulamadan dinleyen ama gerçekten dinleyen bir kişi olmaya çalışıyorum. Bu durumdan da şikayetçi değilim aslında, hem üyelerimi daha yakından tanımış oluyorum, hem de birçok kişiye önerilerde bulunma şansına sahip oluyorum.
Bazende bazı kişilere, siz bu işi yapmayın diyebiliyorum. Bu kadar net söyleyebilmemde önemli sebepler var tabiki. Çünkü ben de bir anneyim. Üstelik çalışan bir anneyim. Yıllarca çocuğumun okul öncesi yıllarında, işe ulaşabilmek için çok erken saatlerde yola çıktım. Genellikle İstanbul'da çalışan bir anne işe gidebilmek için 6.30 gibi yola çıkmayı göze alabiliyor, ancak bazı çocuk bakımı yaparım diyen kişilerin beklentileri bambaşka: 'Benim bir ailem var, önce onların kahvaltılarını hazırlarım, eşim kendisinden önce yola çıkmamı istemez, üstelik hava kararmadan saat 17.30 gibi işten çıkmam gerekir.' gibi açıklamalarla bizden iş bulmamızı isteyebiliyorlar. Üstelik bu kişilerin birçoğu da neden okuyamadım diye üzülen kişiler oluyor... Kişilerin beklentileri ve yaşam tercihlerine saygım var tabiki, ancak bir işe 'Ben bu işi yaparım, bu işten hayatımı kazanırım. ' diye girişiyorsanız. İşin gereklerini de bildiğinizi farzederim.
Üniversite mezunu, hayatının büyük bir bölümünde okumuş, çalışan anneler bugün İstanbul'da çoğunlukla 6.30 da evden çıkıyorlar ve akşam saat 20.00 sıralarında eve dönüyorlar. Haftasonları toplantıları olduğu zaman, ben haftasonu çalışamam diyemiyorlar. İşte bu şartlarda düşünebiliyor musunuz ki, bu anne, belirttiğim iş temposunda çalışırken çocuğunu emanet edeceği kişi zamanında gelemiyor. Malesef hiçbirimiz bu lükse sahip değiliz. Yaşamak yada daha iyi yaşamak istiyorsak, meslek olarak seçtiğimiz işin gereklerini olması gerektiği gibi yerine getirmek zorundayız.
Benim görüşmelerimde kişilere önerim şu oluyor: Çocuk bakmak ciddi bir iştir. Sorumluluk gerektirir. Fedakarlık gerektirir. Zamanlama gerektirir. Bu konuda kendine güvenmeyen kişi 'Ben çocuk bakarım.' diye yola çıkmamalıdır.
İşinin sorumluluklarını iyi bilen, merhametli, güvenilir kişilere her zaman kapımız da desteklerimiz de açık olacaktır.
EvdeÇocukVar
Aslıhan Erdoğu

19 Nisan 2011 Salı

OĞLUMA EN BÜYÜK ÖĞRETİM, HAYAL KURMAYI ÖĞRETMEK... ÇALIŞIYORUM...

Düşündüm, ve en çok buna zaman ayırdım.






Oğlumuza ileride mutlu olabileceği bir gelecek hazırlamak için çalışıyoruz. İyi okullara gitmesi, iyi bir eğitim alabilmesi, spor yapması, müzik ile uğraşması, oyun oynaması, daha birçok uğraşı... Her hafta sonu arkadaşlarının doğum gününe gidebilmek için zaman ayırıyoruz. Neden? Sosyal ilişkileri öğrensin, arkadaş kavramı olsun, yarın öbür gün büyüdüğünde teknik bilgilerin bir yere kadar işine yarayacağını görecek. Üzerine çıkabilmek için iletişim gücü, iş ve özel arkadaş ağı, bu ağı nasıl yönettiği önem kazanacak. Peki tüm bunları yaptı ama yine de istediği yerlere gelemiyorsa ne eksik dersiniz?..






Benim bulduğum eksiği paylaşmak isterim sizinle... HAYAL EDEBİLME GÜCÜ .... Biz çocukken, oyuncaklarımız yoktu. Bahçede, çamurdan tabaklar, pastalar yapar evcilik oynardık. Oyuncaklarımızı bile hayal etmemiz ve kendi imkanlarımız ile yapmamız gerekirdi. O dönemlerde nasıl da aktif bir çocukmuşum, sokaklardan topladığım renkli ince elektrik telleri ile kolye, bilezik, yüzük yapıp, küçük bir mendil üzerinde sokağın başında satmaya çalışırdım. Hem onları yapmayı hayal etmişim, hem de satarak para kazanabileceğimi düşünmüşüm. Televizyon en geç saat 20.00 da kapanırdı. Sadece haftasonları pazar sabahları çizgi film olurdu, biz de erkenden kalkıp uçan kaz, heidi, değiş tonton sevreder, eğlenirdik.



Ekmek üzerine yağ sürüp, biraz da tuz, fırlardık sokağa... Okulda tek tip önlük, tek tip beslenme çantamız vardı. Unutmuyorum, o dönemlerde çok yakın bir arkadaşımın yurtdışındaki teyzesi O'na değişik renk ve şekillerde okul malzemeleri getirirdi, kalemler, silgiler, beslenme çantası... Özenerek bakardık, merak edip, incelerdik. Ben de çantamı, kalemimi değişik hale getirebilmek için kendi süslemelerim ile yeni alternatifler oluştururdum.



Artık gerekmiyor. Eve varmadan önce benim de keyifle gezdiğim kırtasiyemizde sınırsız alternetif var. Bir iki alma, nereye kadar? Sonunda alıyorsunuz çocuğunuza... Artık sınırsız çizgi film, sınırsız kıyafet, sınırsız alternetifte imkan var sunabildiğimiz yada sunamadığımız ama sorun sunulup sunulmaması değil aslında... Çocuklarımızın hayalleri sınırlanıyor. Artık küçük hayaller ile geleceklerini süsleyemiyorlar. Onlara düşen iş daha zor... Daha büyük farklı hayaller kurabilmeleri gerekiyor. Artık öyle filmler izliyorlar ki, uzay, olağanüstü güçler, sınırsız yaşam artık hayaller bile zorlaştı. Teknoloji hayalleri o kadar ileri itti ki, küçük çamurdan bir tabak yapmak, benim çocuğuma bir hayali gerçekleştirmek gibi gelmeyecek. Ancak hayalsiz bir dünyada başarılı olabileceğini düşünmüyorum. Tek tip, benzer eğitimleri almış, benzer donanımda bir çok çocuk yarın genç ve yetişkin olacak. Benim çocuğum da bunlardan biri... Peki şu dönemde bile fark yaratabilmek bu kadar zorlaşmışken, çocuklarımız nasıl fark yaratabilecekler... Eğer yaratamazlarsa inanın bana sınavlarda en yüksek dereceyi yapması, en iyi üniversitelerde okuması bir işe yaramayacak... Bu şekilde çok çocuk var...






O yüzden ben oğluma önce basitten de başlasak, hayal kurmayı öğretmeye çalışıyorum. Kendi hayallerimi, bu hayallere ulaşmak için nasıl kararlı olduğumu, nasıl hedefler belirleyip, nasıl programlar yaptığımı göstermeye çalışıyorum.






Ama yapmamam gereken şey oğluma bir de hayal yaratmak.. Çünkü bir başkasının hayali hiçbir zaman O'nu bir yere getirmeyecek. Hayalin hayal olabilmesi için size ait olması gerekiyor.






Hayalinizi tutabilmelisiniz, gözünüzün önünde görebilmelisiniz. Dokunamadığınız bir hayali gerçekleştirmeniz de zor olur. Eğer dokunabilmek anlamlı gelmiyorsa, nasıl olacak diye düşünüyorsanız. Bir önerim, hayallerinizi yazmanız veya resminiz çizmeniz olabilir. Aynı yöntemleri çocuğunuz için de uygulamaya çalışmalısınız.






Hayalleri dolu dizgin koşan mutlu çocuklar için...

www.evdecocukvar.com

Aslıhan Erdoğu






16 Nisan 2011 Cumartesi

EN İYİ, İYİNİN DÜŞMANIDIR... KAİZEN...

En iyi, iyinin düşmanıdır... Kaizen... Çocuğunuzun gelişimi için O'na zaman verin. Küçük adımları bir gün büyük kazanımlara dönecektir... Küçük adımları, ama sürekli ve ileriye doğru... Hedeflerini belirlemesine yardımcı olun, ileriye bakmasına destek olun. Hep ileri.... Hergün biraz daha iyiye doğru giden macera... Hayatımız... Aslıhan Erdoğu

www.evdecocukvar.com

PARİS'İN NESİ ?....

Bugün bir üyemizden aldığım telefonda adresi defalarca kodlayarak yazdırabildikten sonra aklıma yıllar önce yaşadığım harf kodlama ile ilgili bir telefon konuşmam geldi. Gülmeye başladım. Hatta telefon konuşmasında da gülüyordum ve ilahi güldürdünüz beni diye konuşunca karşımdaki kişi de bir anda rahatladı ve aslında bir hata yapmadığını anladı ve mutlu oldu. Hani bazen biz de çok basit şeyleri anlayamayabiliriz. Ve kendimizi çok kötü hissederiz. Karşımızdaki kişilerin hakkımızda ne düşündüğünü düşünür ve üzülürüz. O zamanlarda herkesin zaman zaman zor durumlarda kaldığını hatırlayalım. Ben kendi adıma bu konuyu aştığımı düşünüyorum. Anlamadığım zaman, anlamış gibi görünüp konuyu geçiştirmek yerine. Açıkça, karşımdaki kişinin hakkımda ne düşünüldüğünü dikkate almadan, 'Ben bu konuyu anlamadım, lütfen biraz daha açıklar mısınız?' diyebiliyorum. Ancak herkesin bu rahatlığa ulaşamadığını bildiğim için artık aynı kolaylığı karşımdaki kişilere de iletebilmek istiyorum. Ve yaşanan zor durumları şaka ile karışık gülünç bir duruma getirmeye çalışıyorum. Bu tip durumlarda ne dediğinizden çok, nasıl söylediğiniz çok önemli. Siz de sesinizi, tonlamanızı iyi yöneterek denemelisiniz. Tavsiye ederim. Yıllarrr önce.... Ben uluslararası bir firmada kurumsal müşterilerden sorumlu satış sorumlusu olarak çalışıyorum. Çok saygıdeğer bir müşterimdeki bilgi işlem sorumlusu ile 1 yıla yakın bir süredir takip ettiğimiz bir proje var. Yüksek değerli bir proje. Bu projeyi alınca hem şirket içinde başarımı gösterebileceğim, hem de hedefimi yapacağım için iyi bir de maaş alabileceğim. O dönemlerde her iki durum da benim için çok önemli. Hani derler ya canla başla çalışıyorum. Müşteri her zaman haklıdır... Ben de o şekilde her konuyu maksimum bir anlayışla dinliyorum ve herseferinde tekrardan çalışıyorum. Yeni alternatifler hazırlıyorum, onaylar alıyorum ve bu durum uzun süre devam ediyor. Proje büyük, çalışmadan olmaz.... Bir gün müşterimizdeki satın alma bölümden bir çalışan beni aradı ve ürünlerin açık isimlerini istedi. Ben de ürünlerin isimlerini kodluyorum telefonda. Bir ürün için 'h' ve 'p' harflerini kodlamak gerekiyordu. Ben de telefonda Hatay'ın H'si, Paris'in 'P' si dedim. Karşından gelen bir ses .... 'Paris'in nesiiii ...? ' diye sordu. Ben gülümsememi tutmaya çalışırken bir daha tekrar ettim. Paris'in 'P' si diye. Arkadan telefonu zor kapadım ve sesli bir şekilde Paris'in Eyfel Kulesi diye gülmeye başladım. Bazen de gülmek gerekir, çalışma hayatı bu gülmeceler de olmasa zor geçerdi herhalde... Telefonun arkasındaki kişiye bende böyle bir anı bıraktığı için çok teşekkür ederim.




Aslıhan Erdoğu

EVDEÇOCUKVAR 1669 NOLU ÜYEMİZ İLE DAHA YAKINDAN...



Bazı insanlar konuşurken değer kazanırlar, herbir kullandığı kelimede biraz daha + eklersiniz fikirlerinize. Önce form doldurmuştu kısaca üyemiz, ancak benim için form bilgileri yeterli olmuyor tek başına. Evet, tecrübeler yazıyor, kimlik bilgileri de, kişiyi resminden tanıyorum bir miktar yada karşımda görüyorum yüz yüze. İlk sorum geliyor sonrasında… ‘Bana hayat hikayenizi anlatır mısınız? ‘ Aslında ilk etapta anlayamıyorlar, utangaç küçük bir gülümseme geliyor arkasından… Bir anda yıllar geçiyor gözlerinin önünden ve başlıyor hikayemiz.. Bazen doğduğumuz yerden, bazen de evlendiğimiz yıllardan…


AE(Aslıhan Erdoğu): Bana biraz kendinizden ve ailenizden bahseder misiniz?


FM(EvdeÇocukVar 1669 nolu üye): Ben çocukları çok seviyorum. Kendi çocuklarıma da çok özen gösteren bir anneyim. O yüzdendir sanırım, oğlum liseyi Karabük’de okudu ve ODTÜ ‘ye Karabük 1. si olarak girdi. Sınavdan once burs ile 3 senedir gittiği bir dersane vardı. Tam son sene, deneme sınavlarında çok iyi puanlar almaya başlayınca, diğer bir dersanenin öğretmenleri sanki kız istemeye gelir gibi kitap, karanfi ve lokum ile evimize geldiler ve oğlumun onların dersanesine geçmesini istediler. Ancak oğlum daha önceki dersanesinin kendisinde emeğinin çok olduğunu ve o yüzden geçemeyeceğini söyledi. Neticede de Karabük’te sınav 1. si oldu. Çarşaf çarşaf resimleri asıldı dersane duvarına. Kızım da şu anda 16 yaşında ve anadolu lisesinde okuyor. Biz zengin bir aile değiliz, ancak çocuklarımıza ve okumaya çok önem veriyoruz. Çocuklarım da bizim için her zaman gurur kaynağı oldu. Ben kendimi geliştirmek için çok okudum, halen de okumayı çok severim. Çocuklarımın veli toplantılarında beni öğretmen zannederlerdi, keşke olsaydım. En çok istediğim meslektir. O yüzden de kendimi çocuk eğitimine adadım. 10 yılı aşkındır da çocuk bakıyorum. Zaten en uzun süre baktığım kızımı 7 yaşına kadar büyüttüm. Annesi bankacı ve halen görüşürüz.


AE: Bundan sonra çalışacağınız aile kamera kullanmak istiyoruz dese, bu duruma nasıl yaklaşırsınız?


FM: Benim hiçbir zaman böyle konularda çekincem olmadı. Kendime güveniyorum, siz de benim için bir aile bulursanız bilin ki, hep olumlu şeyler duyarsınız hakkımda. Üyemiz ile sohpetimiz uzun sürdü, kendisi Eyüp’te oturuyor. Ve Eyüp’ten tek vasıta ile gidebileceği her yere olumlu bakıyor. Bir çırpıda Aksaray, Şişli, Mecidiyeköy, Kemerburgaz, Taksim, Fatih olabilir dedi... Umarım karşılıklı anlaşabileceği bir aile ile tanışmasına sebep oluruz.






Aslıhan Erdoğu

EVDEÇOCUKVAR 1720 NOLU ÜYEMİZ İLE DAHA YAKINDAN...

Üyemiz annesi ile geldi. Konuşkan, güleryüzlü, samimi ve açık sözlü bir aile ile sohpet etmek güzel. Sadece bana hikayenizi anlatır mısınız?, demem yeterliydi. Tüm hayatını bir çırpıda, düşünmeden, çekinmeden anlatabilecek kadar kendine güvenen bir hanım... Aslıhan Erdoğu (AE): Hayat hikayenizi dinlemek isterim. FD (EvdeÇocukVar 1720 nolu üye):Aslıhan hanım, ben İstanbul Küçükyalı’da doğdum. Tüm çocukluğum bu bölgede geçti. Çocukluğumdan itibaren iyi bir eğitim aldım. İngilizce, matematik, mandolin birçok kursa gittim. Kadir Has Anadolu lisesi mezunuyum. Hatta dersaneye de devam ettim, ancak ilk yılımda istediğim bir bölümü kazanamadım. Sonrasında aileme destek olabilmek için işe girdim. Önce 4.5 yaşında bir kız çocuğuna baktım. Sabah 7.30’da işe gidiyordum, kahvaltı yaptırıp, öğlene kadar oyunlar oynayıp, öğle yemeğini yedirdikten sonra O’nu sıkıca giydiriyordum, elinden tutup dikkatlice 1 sokak ilerideki anaokuluna götürüyordum. Akşam üzeri de annesi işten çıkınca anaokulundan alıyordu. Daha sonra Bostancı’da bir anaokuluna başladım. 1.5 yaş çocuklara bakıyordum ancak o anaokulu bence o kadar yetersizdi ki, ben çocukların durumuna çok üzüldüğüm için işten çıktım. Sonra Suadiye’de başka bir anaokulunda 1 sene çalıştım. Bu anaokulunun sahibinin çok yakın bir akrabası çocuk gelişimi bölümünden mezun olunca, bir kişilik kadroları vardı ve eğitiminden dolayı diğer öğretmeni işe alınca ben ayrıldım. Daha sonra kendisini rahatlıkla referans verebileceğim bir çocuk doktorunun yanında sekreter olarak çalıştım. Ancak çocuklarla çok ilgilendim. Doktor bey aile ile görüşme yaparken çocuklarla ben ilgilenirdim. Burada tam 9 sene çalıştım. O sıralarda, Aydın üniversitesi İngilizce Türkçe çevirmenlik bölümünü kazandım. 1 sene hazırlık okudum. 2. sene okula giderken malesef talihsiz bir trafik kazası geçirdim ve uzun süre yürüme sorunu yaşadığım için okulu bırakmak zorunda kaldım. Şansızlık işte... Şimdi iyiyim, yeniden çocuklarla ilgilenmek istiyorum. 1 yaş üzeri çocuklarla içim rahat ilgilenir, eğitsel oyunlar oynar, yemek ve temel bakımını yapabilirim. 1 yaş öncesini tercih etmememin tek sebebi ben anne olmadığım için bir hata yapmak istemem. Çok dikkatli ve titiz bir insanım. Üyemiz ailesi ile birlikte yaşıyor. Bir abisi var. Babası emekli ve annesi de yıllarca çocuk bakıcılığı yapmış. Merdivenköy’de kendi evlerinde oturuyorlar. Kadıyköy, Acıbadem, Erenköy, Ataşehir bölgelerine rahatlıkla tek vasıta ile gidebiliyor. http://www.evdecocukvar.com/



Aslıhan Erdoğu

EN AÇIK SEÇİK, VE GERÇEK OLAN MUCİZE... ÇOCUĞUM

Çocuğu için, onun büyümesini, yürümesini görebilmek için, kariyerini bırakan anneleri anlayabiliyorum. Çoğu zaman iyi bir bakıcı bulamıyorlar. Birçok anne işini bırakmamak için 1 yıl içinde 9-10 bakıcı değiştirmek zorunda kalabiliyor. İşe devam ederken, ilk aylarda gece boyunca sayısız kez uyanıp, çocuğunu besliyor yada sorunlarını anlamaya çalışıyor. Ancak ertesi sabah işe gittiğinde kimse onun yeni anne olduğunu hatırlamıyor bile, akşam kaç kez uyandığı, hiçbir çalışanın aklına gelmiyor. Hatta daha da üzücü olan, henüz 2 sene önce anne olmuş ve aynı zorlukları yaşamış, diğer çalışma arkadaşları anlamıyorlar. Ya yaşanan zorluklar çabuk unutuluyor, yada herkes aynı sorunları yaşamalı diye düşünülüyor bilinç altından. Bilin ki, birçok çalışan anne, aynı olaylara maruz kalıyor. Geçen günlerde, oğlumun sınıf arkadaşının doğum gününde, anneler konuşurken örnek verildi; bir finans kuruluşunda hamile bayanlara yada yeni annelere sürekli gizli bir psikolojik baskı söz konusuymuş. Çoğunlukla hemcinslerinin etraftaki söylentileri... ' 2 sene önce ilk çocuğu olmamış mıydı?, Ne şimdi bu 2. yolda. Doğurmak için mi gelmiş buraya... ' gibi acımasızca, duygulardan arınmış ve çalışan kadının anne olmasını zorlaştırıcı iş hayatı, yazılı çizili olmayan bazı baskılar... Hatta bu sohpet yapılırken, aynı finans kuruluşunda çalışan bir bayan hemen oracıkta, gözlerimin önünde 'Tabiki canım bu kadar çok doğuracaksa işten ayrılsın o zaman, bak ben tek çocuk sahibiyim. ' gibi bir onaylama yaptı. Kulaklarıma inanamakla birlikte, bir doğumgünü ortamında fikir ayrılıkları oluşmasın diye sadece sessiz kaldım. Ama aslında sessiz kalmadım. Paylaşmak ve acımasız hemcinslerimize seslenmek istiyorum. Lütfen unutmayın, iş hayatı bizim ihtiyaçlarımızı karşıladığımız bir zaman periyodu... A. Maslow'un ihtiyaç teorisine göre, öncelikle yemek, içmek, barınmak gibi temel ihtiyaçlarımızı gidermek için para kazanıyoruz. Tabiki ileri aşamada olay psikolojik tatmin, ait olma, beğenilme, taktir edilme, kendini gerçekleştirme gibi üst seviye beklentilere çıkabiliyor. Ancak her ne olursa olsun, çocuk sahibi olmak aslında hayatımızda yaşadığımız EN AÇIK SEÇİK, VE GERÇEK OLAN MUCİZE... İş hayatı yaşamımızda önemli bir yer almaya başladığında, hırslarımızı dizginleyemediğinizi hissettiğimizde, annelik ve merhamet duygularımızı yitirdiğimizde: Birgün küçük bir ekonomik krizin 1 gün içinde işimize son verebileceğini, yada muhteşem bir iş hayatının birgün emeklikle sonuçlanacağını hatırlayalım. Bir zamanlar hepimizin bir parçası olduğumuz iş hayatı bizi de birkaç günde unutulmaya mahkum edecektir.






Aslıhan Erdoğu

EĞİTİMLİ BİR ANNE, BİR DADI...





Aslıhan Erdoğu (AE): Siz üniversite, bilgisayar programcılığı mezunusunuz. Nasıl oldu da profosyonel anlamda dadı olmaya karar verdiniz?



NG(EvdeÇocukVar 1699 nolu üye): Ben mezun olduktan sonra bankada çalışmaya başlamıştım. O kadar yoğun bir çalışma tempom vardı ki, bilirsiniz finans sektöründe iş gece 22.00 gibi biter. Hatta haftasonları da çalışıyordum. En son Bank Ekspres’ de çalışıyordum ve anne oldum. Birgün oğlum Bilgehan o kadar hasta oldu ki, biz 2 gün ve gece hastanede çok yoğun günler geçirdik. Oradaki halimi gören babam ’Yeter artık bu iş temposunda çalışmamalısın, bu şekilde hem kendini harap ediyorsun, hem de çocuklarının sana ihtiyacı var’ dedi. Çok etkilenmiştim ve 40 gün bile beklemeden bankadan ayrılmaya karar verdim. Hatta bu sebeple tazminatımı bile almamıştım. 2 oğlum Bilgehan ve Oğuzhan’ı büyüttüm. Anne ile büyümelerin çok iyi olduğunu düşünüyorum. Ancak sonrasında çalışmaya geri dönmek istiyordum. Benim gibi çalışma hayatında olan anneleri düşünerek, profosyonel olarak dadı olmaya karar verdim. Ve ilk olarak dadı ve çocuk gelişimi eğitimimi tamamladım. Birçok psikolojik gelişim ve danışmanlık seminerine katıldım. Şu anda 5 yıldır dadılık yapıyorum. Çok da mutluyum. Ben balık burcuyum, hem duygusal hem de çocuk ruhluyumdur. Çocuklarla aram da oldukça iyidir.



AE: Biraz ailenizden bahsedebilir misiniz?



NG: Biz uzun yıllar Erenköy’de oturduk. Eşim hani eski İstanbul’lular derler ya ‘Cadde Çocuğu’. Ama ben kendi çocuklarımın orada rahat oynayamadıklarına karar verip, güvenlikli ve bahçeli bir siteye taşınma konusunda çok direttim. Sonunda Ataşehir’de bir siteye taşındık. Şimdi çocuklarım bahçede çok iyi vakit geçirebiliyorlar. İki oğlum da tenis oynuyorlar. Küçük oğlum Türkiye 2. si oldu. Eşim makina mühendisi ve özel bir şirkette satış müdürü olarak çalışıyor.



AE: Çocuk bakımındaki prensipleriniz nelerdir?



NG: Ben çocuk bakarken gerçekten onula ilgilenmek isterim. Çocuğu mama sandelyesine oturtup, önünde televizyonu açıp, ev işi yapmayı çocuk bakmak olarak görmüyorum. Çocukla sağlıklı vakit geçirmek, onun gelişimini destekleyecek oyunlar oynamak ve beslenmesine dikkat etmek benim önem verdiğim konulardır. Ancak beslenmesine dikkat etmek derken, inanın çocuk istemediğinde zorla yedirilen yemeğin de bir işe yaramadığını tecrübe ettim. Bazen sadece 10dk. beklemek bile yeterli olabiliyor. Çocuğun ihtiyacı olan zamanda ve keyifli bir şekilde yemek yemesinden yanayım.



AE: İş saatleriniz nasıldır? Bu konuda sınırlamalarınız var mıdır?



NG: Tabiki benim de bir ailem var. Ancak ben de çalışan bir kadın olduğum için annelerin durumunu çok iyi anlayabiliriyorum. Ve anne evden çıkmadan önce işe başlar, akşam da 19.00 a kadar çalışabilirim. Tabiki karşılıklı konuşma ve anlaşma da çok önemli. Üyemize sohpetinden dolayı çok teşekkür ediyorum. Umarım anlaşabileceği bir aileye faydalı olmasında aracı olabiliriz.





Aslıhan Erdoğu

MOBBING BU MU?

Bugün üniversiteden yakın bir arkadaşım ve bir EvdeÇocukVar üyemiz ile sohpet ediyordum ki, son bir haftada yaşadıklarını benimle paylaşmak istedi. ‘Çocuk da yaparım, kariyer de’ diyen fedakar bir anne, donanımlı, tecrübeli çalışan bir iş kadını... Zaman zaman işi için ailesini, çocuğunu ihmal ettiği günler olmuş bir anne. Bu durumdan dolayı, vicdan azabı yaşasa da çalışan anne olmanın bedelini ödemiş yıllarca... Ancak bugün anlattıklarını tüylerim diken diken olarak dinledim. Bu kadar yılın, bunca emeğin sonu bu olamaz, olmamalı diye düşündüm... Hala da dinlediklerimin etkisindeyim. Bazı yaşanan olayları kaleme dökmek zordur, hislerini kaybeder, donuklaşır, basitleşir bazen. Gözyaşları görünmez yazılarda, renkler yoktur sayfalarda... Ama ben yine de örnek olması için yazmaya çalışacağım. Kimbilir kaç kadının, belki de kaç çalışanın başına geliyor böyle talihsiz olaylar... Arkadaşım 10 yılı aşkındır ismi bir hayli bilinen, sektöründe lider bir firmada çalışıyor, yada artık çalışıyordu ... Yıllarca emek vermiş, farklı görev ve sorumluluklarda bulunmuş ve oldukça güven gerektiren yüksek bütçeleri hiçbir hata yapmadan yönetmiş. Dürüst, çalışkan, işine ve firmasına sadık, pozitif enerjili bir çalışan... Son yıllarda firmasında değişen çalışma beklentileri ve yeni gelen üst yönetimin kendi ekibini desteklemesi ile süregelen bir dönemden sonra kendi yöneticisi de henüz 2 ay önce görev almış. Yöneticisi de sadece 2 gün içinde göreve atanmış, o pozisyon için açık bir işe alma prosedürü açılmadan. Sebebini anlayamadığı ve hatta bir sorun olup olmadığını birkaç kez yöneticisine sorduğu günlerde, bir süredir devam eden, yoğun yazılı ve sözlü baskılara, küçük düşürücü, onur kırıcı konuşmalara dayanamayarak yöneticisinden bir toplantı istemiş. Yıllar sonra varlığı ile bütünleşmiş şirketinden ayrılma fikri O’na çok zor da gelse gayet medeni bir şekilde; Arkadaşım : ‘Eğer benimle bundan sonraki dönemde çalışmak istemiyorsanız, hukuki haklarımı verin, ben uygun bir zamanda ayrılayım’ deme cesaretini göstermiş. Olması gerektiği gibi, ekibini koruyan, gözeten, çalışan performansını arttırma amacı ile odaklanmış, ekibini motive eden, bir yöneticeden beklenen; Neden?, Ailende mi bir sorun var? “ İş arkadaşlarınla mı bir sorun yaşadın? Belki biraz dinlenmeye ihtiyacın vardır? gibi bir yaklaşımda olması gerekirken, işten ayırma sürecini 1 gün içinde başlatmış. Ertesi gün arkadaşıma hukuki haklarını iletmiş ve Yöneticisi : ‘Eğer bu kadarını kabul etmezsen, İnsan Kaynakları seni işten atma prosedürüne başlayacak’ açıklaması yapmış. Hayretler içinde kalan arkadaşım; ‘ Bu kadar çabuk sonuçlanmasını beklemiyordum doğrusu, en azından iş aramam için gereken süreç için bana zaman verin’ diye açıklamalar yapmaya çalışırken: Yöneticisi: ‘Artık Pandoranın kutusu açıldı, sen ipi çektin. Geri dönüşü yok. ‘ demiş. Arkadaşım: ‘Peki o zaman ben yeni bir iş bulana kadar işime devam etmek istiyorum, biraz zamana ihtiyacım var’ demiş. Yöneticisi: Elindeki insan kaynakları müdürü tarafından yazılmış ilk uyarı mektubunu gösterip, ‘ Çalışanı atmak için sadece 2 ay yeterliymiş. Yeni insan kaynakları müdürümüz bu konuda çok tecrübeli, önceki şirketinde çok kişiyi işten çıkarmış. Her türlü hileyi biliyor. Sen bu süreci yönetemezsin. Bu süreyi uzatma lütfen, sana önerileni kabul et ve hemen çık.’ şeklinde gayet seri konuyu açıklamış. Eğer kabul edip, bu süreci bitirmezsen, ilk olarak asistanını senden alacağız. Sonrasında bütün işler senin üzerine yüklenince mutlaka hata yapacaksın. Bu döneme dayanamazsın. Bence kendini de, beni de üzme bu paketi kabul et ve hayatına devam et. Bak insanların başlarına daha neler geliyor. Allah daha başka dert vermesin diye bir de destek olmuş. Şu anda arkadaşım işinden ayrıldı. İlk konuşmanın yapılması ile paketin verilmesi toplam 4 gün sürmüş. Çünkü benim fedakar arkdaşım artık bu anlayışa sahip bir ekip ile hayatına devam edemeyeceğine karar vermiş ve konuyu uzatmama kararı almış. Sevgili Arkadaşım: Yazımı okuyorsan ben seni tanıyorum. Ne kadar çalışkan bir iş kadını olduğunu da biliyorum. Çok üzücü ve hakettmediğin bir görüşme yaşamışsın, ancak önümüzdeki dönemde tekrar ayaklanacağına ve hayatına devam edeceğine eminim. Daha nice bu tip psikolojik baskı ve haksızlık yaşayan çalışan arkadaşlarıma iyi şans ve iyi bir ekip diliyorum. Umarım ‘Mobbing’ konusunda daha adaletli bir döneme gireriz. Yazımda kişi, isim ve şirket adı kullanmadım. Tüm bu bilgiler bende gizli kalacak. Küçük bir arkadaş sohpetinde konuştuklarımızı arkadaşımın izni ile, ibret olması için paylaşıyorum.


Aslıhan Erdoğu

SEMPATİK, GÜLERYÜZLÜ, SPORTİF... (1281 nolu üye)


Güleryüzlü, sempatik, sportif.... Bazı insanların gözlerinin içi güler hani, bazen biraz muzip, biraz şakacı, biraz çocuk ruhlu olduğunu anlatır bize bakışlarında... İşte, eşi ile görüşmeye gelen üyemiz sevimli bakışları ile hemen kendini anlatmaya başladı. Biraz aile, biraz geçmiş zaman hakkında konuştuk. Bir süre üyemizi tanıdıktan sonra iş görüşmemiz başladı.

Aslıhan Erdoğu (AE): Kaç yıl çocuk bakımı yaptınız biraz iş tecrübelerinizden bahsedebilir misiniz.?

NE (EvdeÇocukVar 1281 nolu üyemiz) : Şu anda 3.5 aylıkken aldığım Göksu’m okula gidiyor, sadece cumartesi günleri annesi çalıştığı için bakmaya gidiyorum. Kızımın annesi psikolog ben ondan çok şey öğredim, kendimi geliştirdim. Daha önceleri 2 farklı kız çocuğuna daha baktım. Birini bebekten aldım, 1.5 sene baktım, sonra taşındılar. Diğer kızımı da 1 yaşında almıştım 2.5 yaşına kadar baktım, aile içinde de baktığım çocuklar ile birlikte toplamda 10 seneyi aşkın çocuk bakmışımdır, kendi çocuklarım dışında. Üniversite mezunu bir kızım var. Evli, şu anda çalışmıyor kendi çocuğunu büyütüyor. Oğlum da Kıbrıs ta işletmeci. Eşim şu anda emekli. AE: Peki, çocuklar çok aktiftir. Siz hiç yaşınız itibarı ile zorlanmıyor musunuz? Yada ailelerden bu sebepten dolayı karşılaştığınız olumsuz bir tercih oldu mu ? NE: Hayır, olmadı. Hatta son iş görüşmemde 14 kişi gelmişti. Anne benimle görüştükten sonra hemen bana karar verdi. Ben de merak ettim sonrasında sordum, ‘Neden beni tercih ettiniz? diye ‘. Beni çok güvenilir bulduğunu, bende bir ışık gördüğünü söyledi. İlişkimiz de 6 sene devam etti. Halen aramız çok iyidir. Üstelik siz benim yaşıma hiç bakmayın. Ben Karadeniz’liyim. Çok aktifimdir. Hala her sabah Burhanfelek’te erkenden kalkar yürüyüş yaparım , hocamız da var, bize spor yaptırıyor. Şu andaki kızımı cumartesileri parka çıkardığımda ben de onunla birlikte ip atlıyorum biliyor musunuz. Hem de 250 kere... Tabi her 50 kerede biraz ara veriyorum. Ama çok çocuk ruhlu bir insanım, o yüzden de çocuklarla iyi anlaşıyorum.

AE: Daha önce aileler ile hiç tartıştığınız yada anlaşamadığınız konular oldu mu?

NE: Aslında hiç olmadı. Ben anne ne derse öyle davranırım. Her sabah taze yoğurt mayalarım. Sebze çok pişiririm. Hatta önceki ailem ilk önce eve kamera koymuştu, ama ben kameradan hiç korkmam. Çünkü neysem oyum zaten. Sonra çıkarmışlar bile farkında değildim. Sadece kafam karıştığı zamanlar birkaç kez anne birşey söyleyip, anneanne farklı birşey söylediği zaman oluyordu. Sonra hallettik.

AE: Evde başka işler de yapar mısınız?

NE: Ben çocukla ilgilenirken iş yapmam ama, uyuduğu zaman çok güzel yemekler yaparım, ütü yaparım, evi toparlarım. Hatta çok uzun süre kız çocuğu baktım, onlara elbise bile dikerim. Biraz terziliğim de vardır. Güleryüzlü, spor ayakkabıları ile gelmiş üyemize çok teşekkür ediyorum. Umarım karşılıklı anlaşacağı bir ailemiz ile buluşacaktır.


Aslıhan Erdoğu

AÇIK SÖZLÜ, GÜVENLİ....(723 nolu üye)



Karşımdaki kişi ile konuşurken onları bir bütün olarak değerlendiririm. Bu durum sadece iş görüşmelerim için geçerli değidir. Arkadaşlarım ve ailem de bende her zaman bütün bir resim oluşturur. Sözler ve görüntüyü simgeleştirerek, aralarındaki bağları ve uyumu hissederim. Yıllarca satış pazarlama alanında tecrübe edinmek ve birçok farklı insan ile tanışmak, zaten içimde var olan kaynakları daha da besledi, geliştirdi. Sözler, hareketler, gözlerdeki ifadeler, hikayelerdeki uyum ve tutarlılık benim için herzaman önemlidir ve çok şey ifade eder. Tanıştığım, hele ki iş görüşmesi yaptışım kişilere bu gözlerle bakmayı öğrendim. Parlak bej rengi pardesüsü ile aynı renkte kenarları fırfırlı şemsiyesi çok uyumluydu. Bu şık uyumun içine kırmızı bisiklet yaka spor kazağı ve kot pantolonu da olayı yumuşatarak sportif bir tamlama oluşturmuştu. Kendine önem veren, özen gösteren insanlar genellikle yaptıkları işlere de özen verirler.


Aslıhan Erdoğu (AE): Sizi çok özenli bir bayan olarak gördüm. Bana özel ilgi alanlarınızdan bahsederek, sohbetimize başlamak isterim.


FD (Evdeçocukvar 723 nolu üye): Tabi, aslında bugün biraz rahatsızım ama yine de teşekkür ederim iltifatınıza. Ben boş zamanlarımda kolye dizayn etmekten hoşlanırım, eskiden bu işten para da kazanmıştım. Ancak iyi malzeme kullanmak istediğim için pazardaki çok düşük fiyatlar ile rekabet edemez duruma geldim. Ben de işimi iyi yapmak, kaliteli malzeme kullanmak isterim. Diğer şekli beni memnun etmiyor. O yüzden bu işten daha fazla para kazanamayacağıma karar verdim ve bıraktım. Şimdi hobi olarak yapıyorum. Bundan başka örgü örmekten, el işleri yapmaktan da çok keyif alıyorum.


AE: Aktif bir görüntünüz var, spor yapar mısınız?


FD: Aslında zaman buldukça yürümekten hoşlanırım ama spor musabakalarını seyretmekten de çok zevk alırım. Sabah erken saatlerde özel olarak uyanırım ve tenis maçlarını seyrederim. Ben takımımın maçlarını da hiç kaçırmam. İnanmayacaksınız ama, bir dakika size bir resmimi göstereyim. dedi ve cep telefonundan maç sırasında çekilmiş fotograflarını gösterdi bana. Gerçekten de başındaki bandanası ve takım kıyafetleri ile oldukça fanatik görünüyordu üyemiz. AE: Çocuğunuz var mı? Evet yetişkin bir kızım var. Üniversitede halkla ilişkiler okudu ve şu anda bir otelin müşteri hizmetlerinde çalışıyor. Bu sene düğünümüz var inşallah.


AE: Çocuk eğitimi ve bakımı ile ilgili bir eğitiminiz var mı, bu konudaki tecrübeleriniz nelerdir?


FD: Avrupa birliği ve Kadıköy Belediye’sinin düzenlediği ve 2 sene süren bir çocuk gelişim eğitimine katıldım. Hertürlü süreci ders programı dahilinde aldık. Neticede bana yurtdışında da geçerli olacak sertifikamı verdiler. Sonrasında çocuk bakımına başladım. 3 senedir aynı çocuğa bakıyorum. Aile de benden çok memnun, ancak artık oğlum büyüdü. Sanırım yeni bir yere geçmemin vakti geldi diye düşünüyorum.


AE: Bu uzun eğitim sürecinde neler öğrendiniz?


FD: Çok detaylı bir programdı: genel olarak, çocuk bakımı, yemek yedirme teknikleri, yıkama, oyun teknikleri, drama, logolarla yaratılacak oyunlar, ve hiç gerekmesin inşallah ilk yardım öğrendik.


AE: Çocuklara nasıl eğitim verirsiniz?


FD: Ben çocuk bakımı sırasında ciddi ve tutarlı davranmayı severim. Çocuklara asla bağırmam ama bakışlarımdan ve söyleyiş tonumdan neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğretirim. Şu anda baktığım çocuğum hakkında aile ile birlikte pedagoga gitmiştik. Pedagog çocuğa nasıl davranıyoruz, analizi yaparken aile ile birlikte bana da sorular sormuştu. Neticede, aileye benim gibi davranmalarını önermişti. Bazen aileler çocuklarını az gördükleri için tüm kuralları iptal edebiliyorlar. Ancak bu durum çocuklarda doğru ve yanlışı karıştırmaya ve genellikle de çok şımarık çocuklar yetişmesine sebep oluyor. Üyemize sohbetinden dolayı çok teşekkür ediyorum. Umarım beklentileri paralel bir aile ile tanışır ve yeni çocuklar yetiştirmeye devam eder.






Aslıhan Erdoğu

TİTİZ VE DİKKATLİ BİR EV HANIMI.... (1516 nolu üye)



Herkes iyi havalarda yola çıkar ama diğerlerinden farklı olmak istiyorsanız. Siz hiçkimsenin yola çıkmadığı bir gün iş arayacaksınız... Bugün de öyle bir gündü... Daha 2 gün önce günlük güneşlikken bir anda ısı 7-8 derece düştü ve yağmur başladı. Bahar ayları insanı böyle şaşırtıyor. Ne giysem, nasıl plan yapsam bilemiyorsunuz. Üyemiz ile karşılaştığımızda güler yüzlü, biraz heyecanlı konuşmaya başladık.


AE(Aslıhan Erdoğu): Biraz kendinizden bahseder misiniz? Evli misiniz? Çocuklarınız var mı?


AG(EvdeÇocukVar 1516 nolu üyemiz): Eski eşim avukat ve şimdi yeni bir ailesi var. Biz 1992’de görüş ayrılıkları ve hayat beklentilerimizin farklı olması sebebi ile anlaşarak ayrıldık, ancak halen dostça görüşebiliyoruz.. Yetişkin üniversite öğrencisi bir oğlumuz var. Oğlum Bursa Uludağ Üniversitesin’de İktisat okuyor, 3. Sınıfta. Haftasonları oğlumu ziyarete Bursa’ya gidiyorum. Haftaiçi de İstanbul’da annemden bize kalan evimizde erkek kardeşim ve ailesi ile birlikte yaşıyoruz.


AE(Aslıhan Erdoğu): Daha önce çalıştınız mı? Ne tip işler yaptınız? Çocuk bakımı tecrübeniz hakkında beni biraz aydınlatabilir misiniz?


AG: Evet tabiki, Lise yıllarımda Moda ‘ da oturuyorduk. Ailemin bir farfümeri, konfeksiyon dükkanı vardı. 11 sene kendi dükkanımızda ailem ile birlikte çalıştım. Daha sonra çocuk bakmaya başladım. Yine Acıbadem’de 2 erkek kardeşe 10 sene boyunca baktım. Önce abi Sarp ile başlamıştım. 10 aylıktı O’nu kucağıma aldığımda. Sonra Sarp büyüyünce işten ayrılacaktım ancak kardeşi Ufuk doğdu. Birlikte Ufuk’u da büyüttüm. Ancak çocuklar büyüdü ve ben de ayrıldım. Sonra bir diş hekiminin çocuğuna 10 aylık olana kadar baktım. Henüz anne hamileyken işe başlamıştım. Ancak Avrupa yakasına taşındıkları için ayrılmak zorunda kaldım. Bir ara da erkek kardeşimin ailesi ile yaşadığım için erkek yeğenime baktım. Kızı anneye çok düşkündü o yüzden ben pek baktım sayılmaz.


AE(Aslıhan Erdoğu): Peki sizi bir arkadaşınıza sorsam, sizin hakkınızda bana neler anlatırdı?


AG: Sanırım önce çok temiz olduğumu söylerdi. Ben sürekli ellerimi yıkarım. Mesela bir kaç titiz olduğum konuyu anlatayım size. Ellerime kolonya sürüp, yiyecekleri ellemem. Yumurtayı kırarken, herkes önce yumurtayı şöyle bir sudan geçirir. Halbuki bence öyle daha bulaşık hale geliyor. Ben önce kurudan bir tabak içine kırıp sonra ellerimi yıkarım. Yumurtanın sarısını ayırmak için kırık kabukları sağa sola sallamam. Bir kap içine direk kırıp, bir kaşık ile sarısını alırım. Biraz ilginç gelebilir ama yemek yaparken böyle titizliklerim vardır benim. Bir de çocukların yemeğe başlamadan önce ellerini yıkamasına önem veririm. Çöpleri ayırmada da dikkat ettiğim bir konu var. Eğer cam atmak zorunda kaldıysam poşetin üzerine ‘cam ‘ yazma gibi bir alışkanlığım vardır.


AE(Aslıhan Erdoğu): Bir ara kuş gribi vardı, o dönemlerden kalma titizlikler bende de var, özellikle yumurtaya karşı... Peki biraz da çocuklara karşı eğitim verirken nelere dikkat edersiniz onlardan bahsedelim?


AG: Ben çocuklara karşı da, genel olarak da çok sakin ve sabırlı bir insanım. Çocuklara çok fazla müdahale etmeyi sevmem. Önce izlemeyi tercih ederim. Örneğin 2 kardeş kendi aralarında tartışırken, bazı kişiler hemen müdale edip onları ayırmaya çalışır. Halbuki, eğer fiziksel zarar verici bir durum yoksa, ben çözümü kendilerinin bulmasını beklerim. Çoğunlukla da benim müdahaleme gerek kalmadan onlar anlaşırlar. Sabırla onlara bildiğim doğruları öğretmeye çalışırım. ‘Neyse buda böyle olsun demem’ pek.


AE(Aslıhan Erdoğu): Peki siz hafta için günlük iş arıyorum demiştiniz bana ancak kardeşiniz ile yaşadığınız için düşündüm. Belki yatılı da kalabilirsiniz? Bu konuyu hiç düşündünüz mü?


AG : Evet düşündüm aslında. Ancak şöyle olabilir. Ben haftasonları oğlumun yanına Bursa’ya gittiğim için eğer haftasonu izinli bir iş olursa, tabiki iyi bir ailenin yanında yatılı da kalabilirim. Bizim sohpetimiz daha uzun sürdü... Üyemize sohpet ve güleryüzünden ötürü çok teşekkür ediyorum.






Aslıhan Erdoğu

GÜLERYÜZLÜ BİR ANNE... (663 nolu üye)



Hani bazen insanlarla gözgöze geldiğinizde kendiliğinden sıcak bir gülümseme olur ya gözlerde... Arka planda ‘’sizinle tanışmak istiyorum, siz bana pozitif bir enerji verdiniz’’ demek isteriz aslında. İşte üyemizi ve kızını ilk gördüğümde bana o sıcak gülümseyen gözlerle bakan iki kişi vardı karşımda. Yağmurlu bir bahar günü herkes biraz ıslanmış, yorulmuş ama iyi niyetini, samimiyetini hiç kaybetmemiş... İlk tanışma zordur aslında. Karşınızdaki kişinin beklentilerini, kendi nizi nasıl anlatmanız gerektiğini pek bilemezsiniz. Bu durum sizi biraz gergin yapar, biraz tedirgin... Böyle durumlarda en iyisi aslında samimi olmak ve olduğunuz gibi görünmektir... Ben de hemen önce kendimi tanıttım. Neden üyemiz ile tanışmak istediğimi anlattım. Önce söze başlayıp, görünmez sınırları yumuşatınca işler kolaylaştı ve çaylarımızı yudumlarken sohpete başladık.




AE(Aslıhan Erdoğu): Bu sefer genelde en son sorduğum soruyu, ilk sormak istiyorum. Daha önce ne kadar süre ile çocuk baktınız, bana biraz iş tecrübelerinizden bahsedebilir misiniz?


AY (EvdeÇocukVar 663 nolu üyemiz): Ben öncelikle 3 kız çocuğu sahibiyim. Onları büyüttüm, yetiştirdim. Şimdi ikisi bekar, biri evli ve bir de torunum var. Aile dışında ilk olarak bir doktorun çocuğuna 3 sene baktım. Aldığımda 8 aylıktı, 4 yaşına kadar ben büyüttüm. Sonra kreşe başlayınca işten ayrıldım. Son yıllarda da bir maliyeci hanımın çocuğuna 11 aylıktan başlayarak 2.5 yaşına kadar baktım. Onlardan ayrılmak hiç istemezdim. Sanki bir aile gibi olmuştuk ancak hanımın tayini Alanya’ya çıkınca ayrılmak zorunda kaldık. Geçen günlerde bizi aradılar ve 2. çocukları olmuş. Alanya’ya gidip gidemeyeceğimi sordular ama ailemi bırakıp gidebilmem imkansızdı tabiki. Daha sonra yine tesadüfen bir başka maliyeci hanımın çocuğuna bakmaya başladım. 5 ay baktım, İstanbul'da avrupa yakasına taşınınca gidebilmem mümkün olmadı ve ayrılmak zorunda kaldık. Ben çocuklara sevgi ile bakarım ve aileler ile de aile gibi oluruz. Hep güzellikle işten ayrıldım o yüzden de herbir çalıştığım kişinin referansını sitenizde verdim.


AE: Peki sizin aile hayatınız nasıl başladı? Eşinizle nasıl tanıştınız, neredelerde oturdunuz?


AY: Ben aslen Sinop Boyabat’lıyım. Eşim ile görücü usulü ile tanıştık. 18 yaşındaydım. Evlendim ve hemen Kastamonu’nun köyüne yerleştik. O yıllarda köyümüzde elektrik bile yoktu. Elde çamaşır yıkar, gaz lambası yakardık. Çok gençtim. Eşim köyde ilkokul öğretmeniydi. Tek öğretmen aile bizdik, o yüzden müfettişler geldiğinde biz ağırlardık. Herşeyi kısa zamanda öğrenmek zorunda kaldım. Kızımı, çarşafla sırtıma başlar, misafirlerimiz için yemek yapardım. Şimdi bu anlattıklarım size çok uzak geliyor değil mi? Ama eskiden hayat zordu. Sonra eşimin İstanbul’a tayini çıktı, tam biz taşındık köyümüze elektrik geldi. AE: Siz çalışkan bir hanıma benziyorsunuz, başka işler de yaptınız mı? AY: Evet, nasıl anladınız? Ben bir dakika boş durmam, sürekli çalışırım. O yüzden de hiç kilo almam. Hamurişlerini çok iyi yaparım, bu yüzden bir ara 2 arkadaşım ile Salı ve Cuma günleri gözleme açtık. Ama genel olarak çocuk baktım diyebilirim.


AE: Anlattığınız kadarı ile 3 kızınız var, onlar şimdi neler yapıyorlar?


AY: Çocuklarımı büyüttüm, yetiştirdim. Bir annenin her zaman çocuklarının başında olması gerekir. Büyük kızım Sevgi, Diş kliniğinde muhasebeci. Ortancamız Özlem, evli ve bir de 12 yaşında torunum, Görkem’im var. En küçük kızım Neşe de üniversitede turizm okudu, şimdi özel bir anaokulunca yönetici olarak çalışıyor. Sohpet uzun sürdü... Ben, büyük kızı ile beni ziyarete gelen üyemize özellikle samimiyetinden dolayı çok teşekkür ediyorum.






Aslıhan Erdoğu