30 Eylül 2011 Cuma

EĞİTİM, SALDIRGANLIK EĞİLİMİNİ AZALTIR.

Beynin dış yüzeyine 'Korteks' adı verilir. Yapılan araştırmalara göre bu bölgenin insandaki saldırgan eğilimleri engelleme görevi vardır. Beyin kabuğu diyebileceğimiz korteksin entellektüel faaliyet içinde bulunan bireylerde daha fazla geliştiği görülür. Bu nedenle de yüksek eğitim görmüş kişilerde saldırgan davranışlar azalır.

Freud'a göre doğuştan gelen 2 temel eğilim; saldırganlık ve cinselliktir. Bu iki eğilim de zaman içinde alınan eğitim ve çevre koşulları sayesinde şekillenir, bazen de bilinç altına atılır.
Bu durum anne babalara, öğretmenlere ve çocuğun sosyalleşmesinde görev alan bireylere çok önemli bir görev yükler.

Doğru eğitim, bireylerin davranışlarını şekillendirir ve ilerideki iletişim yeteneklerinin de doğru gelişmesini sağlar.

22 Eylül 2011 Perşembe

İLK 4 AY DUYGUSAL GELİŞİMDE ÖNEMLİ....

Bebeklerin ilk 4 ayı normal otistik dönem olarak kabul edilir. Bu dönemde yeterince ilgi ve sevgi alamayan, sürekli televizyon karşısında bırakılan bebeklerde tek taraflı iletişim bebeğin gelişimini negatif etkiler. Bu tip durumlarda kalıcı otistik davranışların oluşması bir ihtimal olabilir. Böyle bir dönem yaşayan çocuk, ileride sosyal iletişimde yetersiz, içe dönük, hırçın, saldırgan olabilir. Başka çocukların oyunlarına katılmakta yetersiz kalabilir.

20 Eylül 2011 Salı

EĞİTİM, HERYERDE EĞİTİM...

Sahildeki deniz yıldızlarını hatırlayın... 'Herkes sadece 1 tane denizyıldızını kurtarsa, belkide hiçbir denizyıldızı kumsalda denize erişemediği için ölmeyecek.
Evinizde çalışan personele de sadece işini yapsın yeter, diye düşünmeden yaşam, çevre, kişisel gelişim, özbakım ve daha birçok konu ile ilgili aktarımlarınız ufak dokunuşlar ile büyük değişimlere öncülük edebilirsiniz.

15 Eylül 2011 Perşembe

İŞİ BİTİNCE TEKNENİN ETRAFINDA YÜZDÜRÜRÜM ...

Siz çalışanınıza nasıl bakıyorsunuz? Nasıl davranıyorsunuz ? Hiç düşündünüz mü?


İş görüşmesinde, iş başvurusu yapan kişiyi detaylı inceleriz, işe uygunluk ve yeterlilik testlerinden geçiririz. Neticede bir iş tanımı ile personeli işe başlatırız. İş tanımının açık olması ve bu iş tanımını 1 kişi tarafından yapılabilir olması çok önemlidir. İşveren, şahıs yada firma olarak, personele iş imkanı sağlar ve işveren de personelin emeğinden faydalanır. Bu sırada karşılıklı iyi niyet, açıklık ve denetim çok önemlidir. Ancak sınırları da çok fazla zorlamamak gerekir...

İşe aldığınız eleman ne düzeyde iş yapıyor olursa olsun, işin bir tanımı, yapılma zamanı ve ölçüm kriterleri olmalıdır. İşini iyi yapmış bir kişiye, işi erken bitmiş ise ek sorumluluklar verebilirsiniz ancak bu dönemde de mantık çerçevesinde kalmalısınız. Çok çalıştırıldığı ve veya kötü yönetildiği için motivasyonu kaybeden ve sonunda verimsiz olan çok çalışan vardır. Örnekleri her zaman kurumsal firmalarda aramayın. Çoğu zaman kurumsal firmalarda iş tanımı ve çalışma zamanları çok daha belirgin ve tanımlanmış olduğundan yöneticilerin kişisel kararlarına gerek kalmayabilir. Ancak küçük işletmelerde ve evde çalıştırılan personelde durum çok farklı boyutlara gelebiliyor.

İyi eğitim almış ve kurumsal bir firmada çalışan bir yöneticinin tatil sırasında sarfettiği bir sözü örnek vermek isterim. Bazen günlük hayatımızdaki davranış şekillerimiz kurumsal iş hayatımıza da yansır ve aslında bizim karakter yapımızın aynasıdır.

Bir haftalık tekne turu sırasında, kaptan ve miço canla başla çalışmaktadır ve görevlerini de zamanında ve eksiksiz yapmaktadırlar. Ancak bir misafiri, miçonun yemek servisini ve temizliğini yaptıktan sonra kalan zamanı rahatsız eder. İşi biten miçonun oturmasından rahatsız olan misafir durumu şöyle ifade eder.

'Sinir oluyorum miçoya, neden oturuyor ki şimdi, ben olsam, işi bitince kalan zamanında onu teknenin etrafında yüzdürürdüm.' diye duygularını ifade eder.

Nedense bazılarımız, çalıştırdığımız yada zamanını satın aldığımızı düşündüğümüz kişilerin zamanlarını ve emeklerini sınırsız kullanmak isteriz. Ve yapılan işin yeterliliğine bakmak yerine kişinin durmaksızın çalışmasını isteriz.

Bu şekilde düşünen ve evlerinde çalıştırdıkları temizlik personelinin boş zamanına tahammül edemedikleri için diğer aile fertlerinin de evlerinde çalışmaya götüren hayatımızın içinden çok fazla insan olduğunu sakın unutmayın...

Tam tersini düşünerek bize çalıştırdığı personel için şöyle sözler kullanan aileler de var. 'Hayat uzun bir maraton, yarınların ne getireceğini kimse bilemez. Bazı insalara şans verilmiş, bazılarına verilmemiş yada bazıları verilen şanslarını iyi değerlendirememiş olabilirler. Ama herkes insan olarak eşittir ve çalışanlarınıza da yaşam hakkı tanımalısınız. ' diyerek gerek özel hayatındaki gerekse profosyonel yaşamındaki duruşunu ifade etmiştir.

Şimdi, bir dakida durup, düşünelim ve biz etrafımızdaki insanlara nasıl davranıyoruz özeleştiri yaparak değerlendirelim . Kendisini karşısındaki kişinin yerine koymaya çalışarak davranış şekillerini düzenleyen kişiler, hem profosyonel hayatlarında hem de özel yaşantılarında daha sadık ve iyi niyetli insanlarla birlikte olmayı başarabilirler...


13 Eylül 2011 Salı

'HATALI ALGILAMA' EĞİLİMİ BAŞARILI ÇALIŞANLARI KAYBETMEMİZE SEBEP OLABİLİR...

İnsan davranışları iş hayatındaki performası önemli ölçüde etkilemektedir. Dolayısı ile hem profosyonel iş hayatımızda hem de evimizde çalıştırdığımız çalışanlarımızda insan davranışlarını doğru algılama yöntemlerimizi geliştirmemiz gerekir.

Yapılan araştırmalara göre insanlarda hatalı algılama eğilimi oldukça yüksek oranlarda seyretmektedir.(Baron 1983) Hatalı algılama kalıplaştırma, hale etkisi, oyuncu-seyirci etkisi ve kendine yontma şeklinde sınıflandırılabilir.

Kalıplaştırma daha çok önyargılarımızdan oluşur. Özel hayatımızda da iş yaşantımızda da aslında sıklıkla akrşılaştığımız bir durumdur. Örneğin' İngilizler gelenekçidir, Almanlar çalışkandır' diye bir genelleme yaparız ancak bu durum her İngiliz yada her Alman için geçerli değildir.

Kalıplaştırma gerçek verilere dayanmadan bir takım şeylerin gerçek olarak kabul edilmesidir.

Hale Etkisi kalıplaştırmaya benzer ancak tek bir vasıftan genel bir kanıya varılmasına sebep olur. 'Insanın adı çıkacağına canı çıksın' diye bir söz vardır. Yaptığınız hatalı yada yanlış algılanan bir özelliğiniz yüzünden sizin hakkınızda genel bir negatif kanı oluşabilir ve bu fikri silmeniz bazen yıllarınızı alır, yada hiç silemezsiniz. Bu tip negatif etkileri azaltmak adına bazı ufak tefek düzeltebileceğiniz konularda dikkatli olmanızı tavsiye ederim. Örneğin, giyiminize, kişisel temizliğinize, konuşmanıza, çalışma saatlerine uyumunuza dikkat edebilirsiniz. Çünkü bu konularda dikkatsiz davranmanız sizin genel çalışma performansınız iyi bile olsa hakkınızda olumsuz bir düşünce oluşturacaktır. Örneğin iş görüşmelerinde hale etkisi çok fazla etkili olmaktadır. İyi giyimli, güzel konuşan bir kişinin işe kabul edilme ihtimali oldukça yükselmektedir.

Oyuncu-Seyirci etkisinde ise insanlar başkalarının davranışlarını gözlemlerken seyirci rolündedir ancak kendi davranışlarını ortaya koyarken oyuncudur. Yolda ayağı kayıp düşen biri hakkında biz kesin 'dikkatsizdir' deriz, halbuki kendisi 'yol bozuktu' diye yorumlayacaktır. Sabah işe geç kalan çalışanımız hakkında hemen uyanamamıştır diye düşünüzür halbuki yolda oluşan bir kaza yüzünden de geç kalmış olabilir. Birgün 9 yaşındaki oğlu annesine: 'anne ben bir bardak kırınca 'çok dikkatsizsin', babam kırınca, 'bu bardağın burada işi ne?' diyorsun , ama kendin kırınca ' nazar var, nazar' diyorsun. der. Anne güler, çocuk haklıdır...

Kendine yontma eğilimi olan kişiler de başarıyı kendine, başarısızlığı ise başkalarına bağlarlar.

Biz çalışanlarımızı gözlemlerken iş performanslarını tarafsız gözlerle görmeye çalışmalı, geliştirmeye açık kısımlarını desteklemeli ancak önyargılı olmamalıyız.

Aslıhan Erdoğu


12 Eylül 2011 Pazartesi

1 GÜN İÇİNDE BİR YABANCI İLE AİLE OLUYORSUNUZ...

Önce yıllarca eğitim alırız, sonra hayırlısı ile evlenir ve bir aile kurarız. Sıradaki sorumluluğumuz da çocuk sahibi olmaktır. Tam kariyerimizin ortasında çocuk sahibi oluruz. Öylesine büyük bir duygu ile tanışırız ki, bir anda daha önce hiç sevmediğimiz kadar çok seveceğimiz, daha önce hiç hissetmediğimiz kadar bağlılık hissedeceğimiz biri hayatımıza giriverir. Çocuğumuz...

Duygularımız o kadar yoğundur ki, ilk önce tüm diğer sorumluluklarımızı unutuveririz. Ancak bu sınırsız özgürlük 4 ay sürer... İşimizin bizi beklediğini hatırlarız çaresiz. Bir an işten vazgeçmek bile gelir aklımıza, peki onca yıllık eğitim, emek, fedakarlık... Neticede kariyerimize devam etme kararı ağır basar. Arkasında birçok sebeple...

Bazen kişisel kariyer beklentilerimiz, bazen ailemizin yönlendirmesi, bazen finansal ihtiyaçlarımız, bazen de çocuğumuzun 'çalışan anneyi tercih edeceğini' düşünmemiz... Sonunda önümüze karar anı gelir ve arkamızdaki gizli kadın kahramanı aramaya başlarız. Bu kahraman ya annemiz olur yada yeni bir aile ferdi, bakıcı anne yada bakıcı ablalarımız...

Çoğu zaman 'yatılı' adı altında 1 gün içinde bir yabancı ile aile oluveririz.

O güne kadar farklı hayat şartlarında, farklı eğitim almış farklı sosyo-ekonomik ortamlarda yetişmiş biri ile aile oluruz. Bu durum işinizde eleman yönetmekten çok daha da zor bir durumdur.

Karşınızdaki kişinin 24 saatini yönetmeniz gerekir. Motivasyon ve sosyal- psikolojik iletişim daha fazla önem kazanır.

Küçük bir öneri ancak: karşınızdaki kişiye çocuğunuzu emanet edebilecek kadar güvenmiyorsanız, o zaman çocuğunuzu emanet etmemelisiniz. Eğer bu derece güveniyorsanız da o zaman o kişiye değer vermelisiniz. Bazı tolere edilebilir durumlardaki farklılıkları sorun haline getirmeden düzenlemeye çalışmalısınız.

Örnek mi dersiniz?

1-Eğer siz mercimek çorbasını soğansız pişiriyorsanız, ancak evinizdeki çalışanınız soğanlı pişirmeye devam ediyorsa, bu konuyu çözülemez bir sorun haline getirmektense ya kibarca tarifinizi hatırlatmalısınız yada bundan sonra soğanlı mercimek çorbası yemeye alışmalısınız. Bu arada yıllarca birikmiş alışkanlıklar kısa sürede değişmeyebilir. Yani mercimek çorbası siz uyarsanız da bir süre soğanlı pişmeye devam edebilir.

2-Eğer siz hijyenik sebeplerden ötürü, mutfak tezgahına sebzeleri tabaksız koymuyorsanız ancak evinizdeki diğer bayan bu konuda sizin kadar titiz davranamıyorsa, bu durum da bir yaşayış farklılığıdır. Bugüne kadar kendi evinde nasıl davranmış ise, o şekilde davranmaya devam edecektir.

Bu farklılıklar önemli ve sizin için vazgeçilmez bir gereklilik değil ise, güvendiğiniz kişiyi kazanmaya çalışmalısınız.


Bazı evlilikler vardır, birbirini seven 2 kişi aynı evin içine girince, yaşayış farklılıkları yüzünden ayrılabilir bile... Diş macununu dipten mi? yoksa ortadan mı? sıkmış olmak çözülemez bir ailevi sorun haline gelebilir.

Bu sebeple sizin için vazgeçilmez konuları iyi belirlemelisiniz ve evinizi paylaştığınız ve hatta çocuğunuzu emanet ettiğiniz kişinin iç motivasyonunu sağlamalı ve mutlu olduğundan emin olmalısınız ki, çocuğunuza da sevgi ile bakılma ortamı oluşabilsin.







9 Eylül 2011 Cuma

KÜÇÜK MİSAFİRLERİMİZ...

Ofisimize gelen küçük misafirlerimiz, o günümüzün harika geçmesinin en büyük sebebi... Bazen minicik elleri ile hayatımızın enerjisi, bazen aksesuar bisikletimizi kullanmaya çalışırken yüzümüzün gülümsemesi ... Hayatımızın neşesi, çalışmamızın sebebi çocuklarımız... İyi ki varsınız...






ÇALIŞAN ANNELERİN ARKASINDA YİNE BAŞKA BİR KADIN VAR...

Profosyonel iş hayatında çoğu zaman dile gelen ve birçok ortamda da onaylanan bir iddia vardır ki, çalışan kadınların en büyük rakipleri hemcinsleridir. Bu durum da iş hayatında güvensizliklere ve bazı durumlarda iş kadınlarının, erkek yöneticiler ile çalışma isteğini desteklemektedir. Bu sözüm bir genelleme, tabiki her ortam için geçerli değildir. Kişisel görüş ve gözlemlere dayanır.

Ancak bazı durumlar vardır ki, iş tam tersine döner... Kadın 'anne' olduktan sonra bir anda başka bir kadın, çalışan annenin kariyerinin devamının en büyük destekçisi oluverir.

Bazen annelerimiz, emeklilik hayallerini bir kenara bırakır ve yerini yurdunu bırakıp, torununa bakabilmek için yeni bir mücadelenin içine giriverir. Biz Türk aile kültürünün en büyük göstergesidir aslında bu yardımlaşma... En zor durumlarda bir anda bir araya gelir ve birbirimize yardımcı oluruz.

Bazen de büyük aile imkanları olmayan, çalışan annelerin yardımına, başka bir kadın 'bakıcı anne' adı ile destek verir. Bu durum karşılıklı kazanç-kazanç dengesine geldiğinde işler yolundadır. Bakıcı annenin de ailesi vardır, 'O' da çocuk okutmaktadır. Biz de onların hayatının destekçisi oluruz bir anda.

'Kariyer de yaparım, Çocuk da 'derken' bizi ve ailemizi destekleyenlerin değerini bilelim.

Aslıhan Gönülal Erdoğu

7 Eylül 2011 Çarşamba

NE SÖYLEDİĞİNİZ Mİ, NASIL SÖYLEDİĞİNİZ Mİ ?

İletişim, hayatımızın her aşamasında bizimle olan ve bazen hayatımızı kolaylaştıran bazen de zorlaştıran bir becerimizdir.


Becerimizdir, çünkü bu konuda doğuştan bazı yeteneklere sahip insanlar da vardır, ancak siz öyle değilseniz bile iletişim becerinizi geliştirebilirsiniz.


İş hayatınızda, aileniz yada arkadaşlarınızla olan ilişkinizde, çocuğunuz ile olan sağlıklı diyoloğunuzda iletişim yöntemleriniz büyük önem taşır.


Bazen çevremizde şöyle sözlere rastlarız.


'Neden beni anlamıyorlar?' 'Yine yanlış anlaşıldım.' gibi...




İletişim nedir bir bakarsak...
Bilginin, fikirlerin, duyguların, becerilerin, simgeler kullanılarak iletilmesidir.
Konuşmamız, Susmamız, Oturma biçimimiz, Bakışlarımız, Yazmamız, Jest ve Mimiklerimiz
Amacımız : anlaşılabilir mesajlar iletebilmektir.




“Sen ne kadar bilirsen bil, senin bildiğin başkasının anladığı kadardır.”